GECE VE GÜNDÜZ

14 3 1
                                    

  Küçüğüm ben. Küçücük bir kız çocuğuyum. Yürümeye çalışan, yürüdükçe düşen, düştükçe kalkıp devam etmeye çalışan küçük bir kız çocuğuyum ben. Daha çok erkendi hayatın sillesini yemek için. Daha çok erkendi pişmanlığın acımasız yükünü yüreğimde hissetmek için. Daha çok erkendi kendimden nefret etmek için... Çok erkendi.
   Küçüktüm ben işte, küçücük bir sandal parçasıydım engin okyanusun içinde. Hiçbir yere ait olmadığını düşünüp cesurca okyanusa açılan, arkasına bakmadan yol alan, dümensiz küçük bir sandaldım ben. Sadece küçük bir sandal... Çok erkendi okyanusun ortasında kaybolmak için, çok erkendi devrilip batmak için, çok erkendi boğulmak için. Çok erkendi... Her şey çok erkendi.
    Batmıştım. Boğulmuş, sessiz bir boşluğun içinde dibe doğru çökmüştüm. Yavaş yavaş en dibe doğru ilerliyordum.

"...Mihran?"

"Bence psikiyatri kliniğine gitse onun için çok iyi olur Yusuf Amca."

"Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Ailesi giderken göz kulak ol demişti, bana emanet etmişti yavrularını..." pişmanlık dolu sesi titremişti adamcağızın.

"Yusuf Amca, lütfen böyle olmayın. Tüm gece kendinizi harap ettiniz..."

"Ah oğlum, kızcağızın halini görmüyor musun..."

"Görüyorum fakat korkmayın iyileşecek. Siz en iyisi çıkış işlemleri yapılmadan önce gidip eczaneden ilaçlarını alın. Hem hava da almış olursunuz."

"Tabi... Tabi haklısın oğlum." Yusuf Amca benden tarafı gelip serum takılı elimi tuttu.

"Mihran... Kızım... Bak ben ilaçlarını almak için gideceğim. Ama korkma sen sakın hemen burada olacağım." Konuşmaya halim olmadığı için sadece gözlerimi kapayıp açmakla yanıt verdim.

"Görüşürüz oğlum. Mihran sana emanet." Dedi ve acilin müşahede odasının kapısından çıktı. Melih'in gözleri üzerimdeydi, ondan tarafa bakmasam da bunu anlayabiliyordum. Ben ise hastanenin beyaz duvarında bir noktaya kilitlenmiş sürekli aynı yere bakıyordum. Bakıyordum sadece... Bakmak için değil, kaçmak için bakıyordum. Çünkü kimseyle artık göz göze gelmek, başka acıyarak bakan göze tahammül etmek istemiyordum. Zaten ben yeterince acıyordum kendime. Fazlasına ihtiyacım mı vardı?

"Biraz konuşabilir miyiz?" Dedi doktorların hafif mesafeli sesiyle. Ben ise karşılık vermeden hastanenin beyaz duvarına bakma eylemimi devam ettirdim. Benden karşılık alamadığı için iç çekti. Nefes alış verişinin rüzgarı bana kadar geldi.

"Mihran? Bak..." Nereden başlayacağını bilemez bi halde kelimeleri toparlamaya çalışıyordu.

"Bak ben seni çok uzun zamandır tanıyorum. Yani biz aynı lisedeydik ve..." Tekrardan nefes alıp verdi.

"Aynı mahallede oturuyoruz." Ona baktım. Bu sözleri ona bakmamı sağlamıştı. Onu tanıyor muydum? Söylediği bu sözlerin gerçek olup olmadığını anlamak için -daha önce yapmadığımı yeni fark ettiğim- inceleme işlemine koyuldum. Sağlıklı bir vücûda sahipti, giydiği beyaz önlük ve hastahane kıyafetine rağmen kendini oldukça belli ediyordu. Düzenli spor yaptığını anlamak benim için çok da zor olmamıştı. Uzun boyu sayesinde hastahane kıyafetlerini oldukça iyi taşıyordu. Hafif buğday renkli teni ile uyumlu olarak hafif dalgalı simsiyah saçları vardı ve elleriyle genelde saçlarını geri itmek zorunda kalıyordu. Yeşil gözleri ise siyah saçlarıyla ilginç bir tezatlık oluşturuyordu. Ayrıca dudakları ateşi çıkan çocuklardaki gibi kıpkırmızı şekilde parlıyor, insanın gözüne çarpıyordu. Bunlarla beraber yüzünün hatları usta bir ressam tarafından çizilmiş gibi kusursuzdu. Fark etmiştim ki, Melih inanılmaz yakışıklı bir doktor adayıydı. Hemşirelerin sürekli gelip etrafında kol gezmelerine şaşmamak gerekti.

"Seni tanımıyorum." Diyebildim. Sesim dün geceki bağırışlarımdan sonra oldukça kısılmış güç bela çıkıyordu. Evet, onu daha önce hiç görmediğime eminim.

"Seni daha önce hiç görmedim." Melih anlayışlı bir ifadeyle bana baktı.

"Aslında çok gördün fakat... Bilmiyorum ama galiba bakan körlerdensin." Bu arada eline benim dosyamı almış inceleyebilmek için siyah çerçeveli gözlüğünü takmıştı. Ciddi bir yapısı vardı henüz hiç güldüğünü görmemiştim. Gelen hemşirelere karşı hep oldukça soğuk ve mesafeliydi. İşini oldukça profesyonelce yapmaya çalışıyordu.

"Anlamıyorum seni." Beynim o kadar uyuşuktu ki, anlamak benim için zorlu bir matematik sorusu çözmek gibiydi.

"Boşver. Lütfen zorlama kendini. Şu an ilaç almış olman beyinsel fonksiyonlarını hafif uyuşturmuş durumda."

"Ben..." Lise hayatımdaki hemen hemen tüm yüzler aklıma geliyordu fakat onunki hiçbir şekilde zihnimde belirmiyordu.

"Mihran, lisedeyken genelde ben günümün çoğunu tek başıma kütüphanede geçirirdim. Ayrıca aynı dönemin öğrencileri de değildik. Bu yüzden ortak bir arkadaş çevremiz hiç olmadı. Yani beni hatırlamaman oldukça normal..." Benden en az iki üç yaş büyük olduğu yüzünün olgunluğundan fark ediliyordu.

"Fakat sen oldukça net bir şekilde beni hatırlıyorsun." Ciddi ifadesi bir an bozuldu ve dudağının sağ köşesi havaya kalktı. Böylece oradan küçük bir gamzenin bana 'merhaba' demesi bir oldu.

"Ben gördüğüm bir yüzü kolayına unutmam." Bana yaklaştı ve yüzüme eğildi. Normal şartlar altında olsaydık kalbim yerinden çıkabilirdi. Fakat şu an hayatımda ne normaldi ki? Eminim ki, şu an yerimde olmak isteyen onlarca hemşire vardı. Yüzüme bir pamukla tampon şeklinde bastırışlar yapmaya başladı.

"Ne yapıyorsun?" Yüzüme pamuk ile dokunması da ne içindi? Bu tepkim Melih'in geri çekilmesine neden olmuştu.

"Dün gece sinir krizi geçirdiğin için yüzünde bazı yerleri tırnakların ile yırttın. İzin verirsen yeniden kanayan yerleri temizlemek istiyorum herhangi bir enfeksiyon riskine karşı." Ben mi? Ben mi yapmıştım? Ben yüzümü mü yırtmıştım? Ne zaman? Hangi ara... Gözlerim tırnaklarımdaki kan tortularına takılınca şok boyutum iki misline çıkmıştı.

"Mihran bunu da hatırlamaman çok normal. Dediğim gibi sinir krizi geçiriyordun." Üstümden şoku bir türlü atamıyordum.

"Lütfen izin ver de yüzündeki ve boynundaki yaralara bir bakayım..." Melih o kadar kibardı ki, sanki bu dünyadan değil gibiydi. Bu karanlık dünya için oldukça fazlaydı...

"Ta-tabi." Benden izin almasıyla tekrardan bana yaklaştı ve ikimizin arasındaki mesafeyi kapattı. Profesyonel dokunuşlarla yüzümü temizliyor, en ince ayrıntısına kadar inceliyordu. Nefes alış verişini o kadar net hissediyordum ki, deyim yerindeyse her nefes alış verişinde nefesi yüzümü yalayıp geçiyordu ve kokusu ile birleşince insanı sarıp sarmalıyordu. Bu temiz yüz, bu incelik, bu kibarlık gerçekten bu dünya için oldukça fazlaydı. Gerçek olamayacak kadar fazla... Daha fazla dayanamayıp gözlerimi sımsıkı kapattım. Onu izlemek, onun bu sadeliği ve temizliği ile baş başa kalmak beni oldukça derinden yaralıyordu. Fark etmiştim ki biz gece ile gündüz kadar birbirimizden farklıydık. Ben ne kadar gecenin karanlığını üstümde taşıyorsam, Melih de o kadar gün ışığının aydınlığını üstünde taşıyordu....

YOL AYRIMIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin