UYANIŞ

39 4 2
                                    

   Ben ve çekirdek ailem uzun yıllardır bu evde yaşıyorduk. Kendimi bildim bileli bu ev vardı. Gerçi artık sadece ev demek ona haksızlık olurdu bence. Bu yüzden benim gözümde ailemizin varoluş simgesi gibiydi. 'Yaşlıhane' ismini ona ergenlik dönemlerimde takmıştım. O zamanlar arkadaşlarımın daha iyi evlerde, lüks mahallelerde oturması Yaşlıhane'ye olan sevgimi günbe gün bitirmişti. Nefret etmiyordum ondan tabiki, fakat yine de her gün "Taşınalım artık bu evden." Diyerek sitem etmeme de engel teşkil etmiyordu bu durum.
   Çocukluğumda babamın duvarlarını farklı farklı renklere boyayışını hatırlıyorum. Her oda birbirinden alakasız, fazla göze batan; sarı, yeşil, pembe, mavi renklerinin hakim olduğu sanki bir çocuğun boyama kitabından fırlamışçasına amatörce boyanmış yaşlı, utanılacak bir evdi benim gözümde. Hiçbir zaman anlam verememiştim babamın bu kadar anlamsız renkleri tercih etmesine. Bu yaptığı yüz yaşındaki bir nineye aşırı makyaj yaparak yaşını gizlemeye çalışmak ile eş değerdi. Makyaj yapanın babam olduğunu düşününce utanılacak boyut oldukça büyüyordu elbette... Fakat her şeye rağmen Yaşlıhane evimiz olmaktan öteye geçmişti. Senelerce bize odalarını açmış, bize yuva olmuştu. O, artık benim çocukluğumdu, gençliğimdi ve bugünümdü.
   Yaşlıhane'nin onlarca farklı yerden çizilmiş eski parkesinin üzerinde hiç kıpırdamadan öylece ne kadar süre yattığımı bilmiyorum. Sanki zaman kavramı kocaman bir boşluğa dönüşmüştü. Belki on dakikaydı belki de 2 saat. Her şey silikleşmişti bi an için. Zaman, mekan, ben... Her şey bana çok uzun gelen bir süre boyunca öylece boşluğa gömülmüştü. Yaşlıhane'nin yıpranmış parkelerini, sıvası dökülmeye başlamış duvarlarını inceliyordum. Artık babamın boyadığı o aptal renklerden kurtulmuştu fakat eskisinden daha güzel gelmiyordu gözüme. Her ne kadar itiraf etmek zor olsa da eski halini özler olmuştum. Yine de bunu kendime kabul ettirmek oldukça zordu.
   Güçlükle de olsa artık parmaklarımı hissedebiliyordum. Aklımda ise nereden geldiği bilinmez sürekli annemin çocukken beni uyutmak için söylediği ninni tekrar ediyordu. Parmaklarım ninniye parkelere vurarak ritim tutmaya başladı.

"Uyusun da büyüsün ninni..." aklımdaki ninni dilimde beliriverdi. Uyursam iyileşir miydim? Uyumam mı gerekiyordu? Geçer miydi bu umutsuzluk, sevgisizlik, özlem...

"Yaşlıhane?" Bir karşılık almayı bekleyerek sustum. Yaşlıhane'nin cevap vermesini bekliyordum.

"Yaşlıhane beni duyuyorsun değil mi?" Elbette beni duymadığını biliyordum fakat o an o kadar çok beni duymasına ihtiyacım vardı ki...

"O gitti Yaşlıhane. Duyuyorsun biliyorum. Duyman gerekli! O git-ti ve ben b-ben çok kötüyüm. Sanki hiç iyileşemeyecekmişim gibi. O gitti biliyor musun? Yaşlıhane..." yerde fetüs olmuş parke ile konuşuyordum. Bu delirme eşiği olabilir miydi? Şu anda ben, tam da şu anın içinde aklımı yitiriyor olabilir miydim? Bu kadar kolay mıydı? Aklını yetirmek, hayattan umudunu kesmek, kimsesizmiş gibi hissetmek bu kadar basit miydi. Kafamı kaldırıp etrafıma baktım. Yattığım parkenin üzerinden odam o kadar dağınık ve pis gözüküyordu ki. Kıyafetlerim etrafa saçılmış, yatağım kalktığım şekilde darma dağınık bırakılmış, çalışma masamın üzerinde en son ne zaman çalıştığımı bile hatırlamadığım kitaplar, kalemler, çalışma notlarım ve her şeyin üstünü kaplamış toz katmanı...

"Hayır Mihran, hayır. Bu musun sen? Bu kadar kolay yıkılacak kadar basit misin? Kalk. Kalk ve kendine gel. Yeniden başla! Nasıl başladığın önemli değil. Yeter ki başla." Her an emekleyecekmiş gibi dizlerimle ellerimden destek aldım.

"Her son yeni bir başlangıçtır. Yeniden başla." Omuzlarımdan süzülen uzun kahve saçlarım önümü görmemi engellediği için sağ elimle onları arkaya savurdum.

"Kalk." Hissizleşmiş olan ayaklarımla ellerime inat tüm gücümle kalkmaya çalışıyordum. Bir buz kalıbına dönmüş bacaklarımla ellerime yeniden can gelmesi o kadar zordu ki. Yine de kendime verdiğim talimatların hepsine teker teker uymaya çalıştım.

"Hadi Mihran yapabilirsin." Son bi denemeyle iki ayağımın üstüne kalktım. Artık ayaklarımın üstündeydim.

"Başardın Mihran!" Yüzümde her şeye inat hafif bir gülümseme oluşmuştu. Bir an sanki dünyada yapılması en güç şeyi başarmışım gibi gururla dolmuştu dört bir yanım. Karıncalanan ayaklarımla ellerime inat dim dik, gururla, arkamda duran boy aynasındaki yansımamla birlikte etrafıma bakıyordum. Başarmıştım, arkama kendimi alarak ayağa kalkmayı, yeniden başlamayı başarmıştım...

YOL AYRIMIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin