Kulağıma dolan vızıltılar beynimin içinde yavaş yavaş uğultuya dönüşürken ne olduğuna anlam veremediğim bazı sesler kulağımı tırmalıyor artık dayanılması güç bir hal alıyordu. Bu sesler de neydi böyle? Eminim ki, kardeşim beni sinirlendirmek için yine eline geçen ilk fırsatı değerlendirmiş salondaki televizyonun sesini son ses açarak bana işkence etmeye çalışıyordu. Hep böyle miydik yoksa sonradan mı böyle olduk karar veremiyordum bir türlü. Yalnız son zamanlarda aramızdaki iletişim sorunu benim ergenliğe girmem ve Baran'ın da artık iyice büyümesiyle içinden çıkılması çok zor bir hal almaya başladığı kabul görür bir gerçekti. Artık sürekli birbirimizden şikayetçiydik ve aynı okula gitmemiz şikayet boyutlarımızı daha da arttırıyordu. Bazen gün içinde benim bekçiliğimi yapmaya çalışıyor, hatta sınıfıma gelip beni teftiş ettiği bile oluyordu. Bu durum da hayliyle aramızı iyice kızıştırıyordu. Genelde ona karşı hep sabırlı olmaya çalışsam da dün gece gördüğüm o iğrenç kabustan sonra güne bu seslerle uyanmaya çalışmak sabrımın sınırını oldukça zorluyordu. Kabusu hatırlamam yatakta irkilmeme neden olmuş vücudum sanki tepki vermeye başlamıştı. Fakat göz kapaklarım için aynısını söylemek oldukça zordu. Çünkü bu sabah gözlerimi açmakta oldukça güçlük çekiyordum. Kendime gelip güne uyanmak benim için ilk kez bu kadar ağır ve yavaş olmuştu. Bu halim gördüğüm kabusun bende ne kadar derin bir etki yarattığının sanki kanıtı gibiydi. Kabus... Annemin komada olduğu, benim hatalarımla, pişmanlıklarımla dolu olduğum bir kabus... Mihran olmanın, ben olmanın utandırdığı bir kabus...
"Anne?" Gözlerimi yavaş yavaş açarken duyduğum sesler daha da anlam kazanmaya başlamıştı artık. Baran'ın sesi olamayacak kadar tok bir ses baş ucumda bazı tıbbi terimler söylüyordu.
"Kendine geliyor. Hala annesini sayıklıyor..."
"Dediğim ilaçlar serumdan verilsin. Bünyesi zayıf düşmüş müşahede altında kalsın. Gece boyunca izleyin." Tok sesin kardeşimden değil de bir doktordan geldiğini anladığımda göz kapaklarıma savaş açarak hızlıca uyandım.
"Baran? Baran nerede?" Yatakta olmam gerekirdi fakat ben bir hastahanenin acilinde koluma serum takılmış halde yatıyordum. Baran neredeydi? Bana oyun yapıyordu hala biliyorum. Nerede o?
"Kızım, Mihran nasılsın?" Yusuf Amca solumda durmuş bir baba sıcaklığında bakıyordu. Bana seslenene kadar burada olduğunu fark edememiştim. Algılamamda çok büyük bir sorun vardı, ayrıca gözlerim de bazen bulanık görüyordu.
"Yusuf Amca? Ben- ben neden buradayım. Baran nerede? Annemle babam nerede? Ben... Ben..." Zihnimde her şey sanki resim resim yerine oturuyor, neden burada olduğumun yanıtını zihnim kendi kendine cevaplıyordu. Her şey gerçekti. Aman Allah'ım her şey gerçekti! Yaşadıklarımın gerçek olduğu, bir kabus olmadığını farketmek beni resmen beynimden vurulmuşa çevirmişti.
"Gerçekti... Kabus... Kabus değil. Gerçekti!" Her şeyin gerçek olduğunu anlamayı reddetmek için elimden geleni yapıyordum. Sağa sola gözlerimi kırparak, silerek onlarca kez bakıyordum.
"Merhaba Mihran, ben Asistan Doktor Melih. Şu anda bir hastanedesin ve korkulacak bir şeyin yok. Lütfen biraz rahatlamaya..." Melih'in kim olduğu, ne iş yaptığı, nasıl olduğum veya nasıl olacağım gram umrumda değildi.
"Hayır! Hayır. Burada olmamalıyım. Benim gitmem gerek. Hemen! Benim hemen buradan ailemin yanına gitmem gerek." Ani bir hareketle kolumdaki serumun iğnesine çıkarmak için yeltendim fakat nereden geldiğini dahi anlayamadığım kişiler hemen gelip ellerimden tuttu ve haraket etmememi engelledi. O ana kadar ağladığımın farkına bile varamamıştım. Ağlamış mıydım? Hemde burnumdaki sümükle yaşlarım karışacak kadar mı ağlamıştım?
"Melih Oğlum, Mihran iyi olacak mı? Durumu hiç iyi değil gibi..." Yusuf Amca sol kolumu zapt etmeye çalışan beyaz önlüklü adamın arkasında üzgün olduğu her halinden belli şekilde bana bakıyordu.
"İyi olacak Yusuf Amca..." Onların sakince konuşması bile beni çılgına çeviriyordu. Anlamıyorlardı. İyi olmak değil, gitmek istiyordum! Geç olmadan anneme gitmek istiyordum. Sürekli bağırdığımı öksürüklere boğulduğumda fark edebilmiştim.
"Bırakın! Bırakın beni!" Ben bağırdıkça beyaz önlüklü adamlar daha da sert bir şekilde kollarımı kavrıyordu. Çırpınmanın yararı olmadığını anlayınca, adamın arkasından beni izleyen Yusuf Amca'ya döndüm.
"Yusuf Amca! Yusuf Amca onlara söyle beni lütfen bıraksınlar. Lütfen yalvarırım." Yusuf amca yüzüme tam anlamıyla acıyarak bakıyordu. Haklıydı. O kadar haklıydı ki... Ben acınacak bir insandım. Ben annesini komaya terketmiş, hastalığında ya da ameliyatında bile yanında olmamış acınası bir insandım. Ben aşağılık insanın vücut bulmuş hayaliydim! Ben yüzüne tükürülmeyi bile hak etmeyen Mihran'dım...
"Yavrum ne olur sakin ol." Diyebilmekle yetindi sadece adamcağız. Elinden bir şey gelmezdi ve yapabileceği en doğru şeyi yapıyordu.
"Sinir krizi geçiriyor. Sakinleştiriciyi verdim. Daha iyi olacak Yusuf Amca korkma..." Dedi Doktor Melih. Kendi aralarında bir şeyler konuşurlarken ben yüzümde hafif bir acıma hissi ile yavaş yavaş terk ediyordum onları. Artık takip edemez olmuştum konuşmaları. Gözüme beyaz önlüklü adamların üstündeki kırmızı lekeler hayal meyal yansıdı. Bu da neydi böyle? Yine o karanlığa gömülme hissi beni içine çekiyor, sesler yavaşça uzaklaşırken bilincim de onlarla birlikte yavaştan kayboluyordu. En son farkına varabildiğim tırnaklarımın arasını dolduran kan ve yüzümdeki hafif acıma hissiydi...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOL AYRIMI
General Fiction"Her son yeni bir başlangıçtır." Peki ya her yeni başlangıç, son bulanı mumla aratırsa? Yirmi üç yaşında hayata daha yeni yeni atılan Mihran karşısına çıkan ilk tümseği 'Kıyametim!' olarak tanımlasa da, hayatında gerçek kıyametin daha kopmadığından...