KABUS

15 3 0
                                    

   Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken, nereye gittiğimi bilmeden yolda koşarcasına yürüyordum. Hava kararmıştı, sokak lambalarının loş ışığı karanlığı hafif de olsa aydınlatmaya çalışıyordu. Yaşlıhane'den öyle hızlı çıkmıştım ki şemsiye bile almak aklımın ucundan geçmemişti. Herkes saklanacak bir köşe, yağmurdan kaçacak bir dal ararken ben tam tersine baştan aşağıya sırıl sıklam olmuş gözümün önünü göremeyecek kadar kapüşonumu kafama çekmiş soğuğu hiçe sayarak hızlı adımlarla yürüyordum. Siteden çıkarken güvenlik kaygılı gözlerle bana bakmış arkamdan "Mihran Hanım? Diye seslenmişse da cevap vermeden koşarcasına yürümeye devam etmiştim. Sitemizin on - on beş metre yukarısında Yusuf Amca'nın marketi vardı. Çocukluğumdan beri beni tanır, ailemi bilirdi. Eski bakkalcı amcalar neyse bugün Yusuf Amca bugün oydu. Tek farkı bakkal amca değil, marketçi amcaydı. Kapıdan içeri resmen kendimi atıverdim.

"Mihran!" Aklanmış saçları ile beyazlaşmaya başlamış bıyıklarıyla emekli olmaya yakın olduğunu her halinden belli ediyordu. Kilosuna dikkat etmediği tonton yüzünden ve gömleğinin düğmelerini zorlayan göbeğinden netçe belli oluyordu. Kendimi bildim bileli hep kiloluydu fakat gençken kiloları ona bu kadar sevimlilik katmıyordu. Mahallenin tonton marketçi amcası olmuştu artık.

"Yusuf Amca..." o kadar titriyordum ki konuşmakta güçlük çekiyordum.

"Kızım bu havada dışarıda ne işin var? Bir şey mi oldu? Bir şey mi..." o kadar acelem vardı ki Yusuf Amca'nın sözünü umursamadan kestim.

"Bana telefon lazım." Yusuf Amca'nın yüzünden hafif bir şok dalgası gelip geçti. Şok olmuş, anlamamışçasına bana bakıyordu.

"Yusuf Amca ailemi acilen aramalıyım."

"Ta-tabi yavrum. Al benim telefondan ara." Bana eskilerden kalma külüstür telefonunu uzattı. Yusuf Amca'ya şükran dolu gözlerle baktım. İki üç adım uzaklaşıp temizlik reyonunun olduğu bölüme doğru ilerledim ve babamın numarasını ezberimden tuşladım. Heyecanla telefonun çalma sesini beklerken babamın cevap vermesi için içimden bildiğim tüm duaları ediyordum. Arkamı döndüğümde Yusuf Amca'nın benden tarafa endişeli gözlerle baktığını gördüğüm için zoraki bir gülümseme ile her şey yolunda mesajı vermeye çalıştım fakat pek de gerçekçi gelmediğine bahse girebilirdim. Sanki dakikalar saatlere karışmış o kadar uzun, geçmek bilmeyen bir zaman dilimi sonra telefonun karşı tarafından "Alo?" Sesi geldi.

"Baba!" Öyle sesli konuşmuştum ki Yusuf Amca ile tekrardan göz göze geldik.

"Mihran? Sen misin?" Babamın benim aramamı beklemediği o kadar belliydi ki büyük bir utanç dalgası bedenimi sardı.

"Baba benim Mihran. Ben, ben baba çok özür dilerim. Ben çok suçluyum."

"Anlamıyorum Mihran." Hıçkırarak ağlamaya başladım. Gözlerimden yaşlar dışarıda yağan yağmurla yarışırcasına dökülüyordu. Üstüne üstlük burnum da akmaya başlamıştı.

"Ben sizi unuttum. Ben çok kötü bir evladım. Annem, annem... Baba, annemle görüşmek istiyorum..." Burnumu kazağımın koluyla sildim.

"Annemden, senden, kardeşimden özür dilemek istiyorum..."

"Mihran..."

"Babaaa, babam! Lütfen beni affet. Ben biliyorum çok büyük hatalar yaptım. Yemin ederim telafi edeceğim." Ağlamaktan kelimeler o kadar boğuk boğuk çıkıyordu ki beni anlayıp anlamadığını bile bilmiyordum. Tek isteğim yüreğime oturan bu büyük yükü bir çırpıda anlatıp gereken neyse yapmaktı.

YOL AYRIMIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin