'Kabus' olarak nitelendirdiğim şey hayatımda yaşananlar mıydı yoksa kendim miydim? Herkes hayatının bazı evrelerinde inişler çıkışlar yaşardı. Bu yaşadığımız 'gerçek' hayatın cilveleriydi. Fakat benim yaşadığım iniş miydi, yoksa çakılış mı? Annem hep "Önemli olan onlarca karanın içinde ak kalabilmektir..." derdi. Bense kara olmak bir tarafa dursun, resmen çamurlaşmıştım. Bundan on yıl önce biri çıkıp ileride 'böyle biri' olacağımı söylese ne hissederdim acaba diye düşünüyordum yol boyunca. 'Kabus' derdim herhalde...
Melih'in nöbeti bittiği için hastaneden bizimle çıkmış arabasıyla evlerimize kadar bizi bırakmayı teklif etmişti. Yusuf Amca bana söz hakkı bırakmadan teklifi kabul etmiş ön koltuğa oturmuştu bile. Yolculuk boyunca ikisi bir şeyler konuşup durmuşlardı, fakat ben söylenenleri gram dinlememiş sadece gittiğimiz yolu ve dökülen yaprakları izlemekle yetinmiştim."Yusuf Amca yanlış hatırlamıyorsam eviniz bu sokaktaydı değil mi?"
"Evet oğlum. Şöyle sağda bırak sen, ben yürürüm evladım."
"Öyle şey mi olur." Dedi ve Melih, arabayı Yusuf Amca'yı kapısının önüne kadar sürdü. Zaten benim evim de Yusuf Amca'nın evinden iki sokak uzaktaydı. Yusuf Amca arkasına dönüp tüm babacanlığı ile bana baktı. Onun bu halini görmek, içimdeki babama duyduğum özlemin kat be kat artmasına neden oluyordu.
"Mihran, kızım seninle gelmemi istersen gelirim. Zaten evin şurası..." Adamcağız o kadar yorgun düşmüştü ki gözlerinin altındaki torbalar şişmişti ve zaten yaşlı olan yüzünü daha da yaşlandırmıştı. Büyük ihtimalle benim yüzümden tüm gece uykusuz kalmıştı.
"Benim için gereğinden fazla şey yaptın Yusuf Amca. Sana ömrümün sonuna kadar minnettar kalacağım..."
"Öyle şey mi olur evladım. Sen bizim elimizde büyüdün, benim de evladım sayılırsın." Yusuf Amca'nın bir oğlu vardı. Fakat tek oğlu da yurt dışına okumak için evden ayrılmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam benim yaşlarımda olması gerekiyordu. Küçükken haftasonları ekmek almak için markete her gittiğimde, onu hep kasa koltuğunda oturup babasına yardımcı olmaya çalışırken görürdüm. Ona dair aklımda kalan tek hatıra buydu. 'Kasa koltuğunda oturan çocuk.'
"Hakkını helal et Yusuf Amca. Her şey için çok teşekkür ederim. Bundan sonrasını kendim hallederim..."
"Bak bir şey olursa kesin ara evladım tamam mı?"
"Elbette." Adamcağızın içinin rahat olmadığı her halinden belli olsa da kapıyı açtı.
"Görüşürüz Yusuf Amca, sen merak etme Mihran bana emanet." Dedi Melih güven veren bir ses tonuyla. Galiba bu ses tonunun adını 'doktor tonu' koyabilirim.
"Zaten sen varsın diye gözüm arkamda kalmıyor Allah biliyor ya..." Ben yokmuşum gibi aralarındaki muhabbeti bir süre sürdürdükten sonra Yusuf Amca arabadan indi ve apartmanın dış kapısından içeri girdi. Tekrar yol almaya başladığımızda arabanın içinde çıt çıkmaz hale gelmişti. Neyse ki bu sessiz ortam çok uzun sürmemiş beş dakika içinde sona ermişti. Sitenin güvenliği arabanın içinde beni görünce otomatik kapıyı soru sormadan açmıştı.
"Her şey için çok teşekkür ederim Kapının önüne kadar bırakmana gerek yoktu..." İlaç poşetim elimde yavaş hareketlerle -çünkü gözümün önü kararıyordu- arabadan inmeyi başardım. Melih bu arada koluma girip bana oldukça nazik bir şekilde yardımcı olmaya çalışıyordu.
"Evinden içeri girdiğini görene kadar içim rahat etmez. Lütfen ilaç poşetini bana verir misin?" 'Hayır, ben taşırım' dememe kalmadan elimden uzandı ve resmen ilaç poşetini çekip aldı. Yürümek o kadar zor ve can alıcıydı ki evimin kapısının önüne gelebilmek dakikalarımızı almıştı.
"Mihran lütfen anahtarı verebilir misin? Biliyorsun kapıyı açmamız lazım." Anlaşılan oydu ki, uyuşmuş beynimin algılamasında cidden bir sorun vardı ve bu halim onu gülümsetiyordu. İçten içe eğleniyor gibiydi. Gülünce o kadar güzel bir gamzesi beliriyordu ki yanağında, küçücüktü fakat yüzünü sanki başka bir dünyaya çeviriyordu.
"Anahtar? Anahtar mı?" En son evden öyle hızlı çıkmıştım ki anahtarı almayı unutmuş olmam çok büyük ihtimaldi. Anında bütün ceplerimi büyük bir telaşla kontrol etmiştim fakat anahtardan eser yoktu. Melih karşımda soru soran gözlerle gözümün içine içine bakıyordu. O böyle baktıkça, bedenimi büyük bir utanç dalgası baştan aşağı sarmaya başlamış yanaklarım ateş gibi olmuştu.
"Telaşlanma lütfen. Bir çilingir çağırsak iyi olacak. Telefonum arabada..."
"Şey... Tamam ben burada merdivende oturup beklerim seni." İtiraz etmesine bırakmadan merdivene çöküp oturdum. Soğuk zemin vücudumu kaplayan sıcak dalgasını biraz da olsa hafifletmişti. 'Oh!' Diye bir iç çekmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Tamam öyleyse." Asansörü beklemeye gerek duymadan hızlıca merdivenlerden aşağı indi. Spor yaptığını kanıtlamam için diğer bir delil olmuştu bu yaptığı benim için. Merdivende öylece sonsuz bir sessizliğin içinde kendimle baş başa kalmıştım. İnsanın kendiyle baş başa kalması kadar kötü bir şey yoktu bu dünyada. Kafamda sürekli aynı şeyleri kurup kaldırıyor olanları düşünüyor, bir çıkış yolu arıyordum. Sürekli aynı şeyler, sürekli aynı sorular...
"Mihran?" Gelen sesle birlikte ödüm patlamasına ramak kalmıştı.
"Berk?"Asansör kapısından süzülürcesine dışarı çıktı.
"Bir arabadan indiğini gördüm. Dün geceden beri herkes seni konuşuyor kızım..." Berk'i çocukluğumdan beri tanırdım. Karşı bloklardan birinde otururdu ve ailesinin oldukça iyi bir durumu vardı. Çocukken oldukça hiperaktifti, neşe dolu bir çocuktu fakat sonra bir anda değişti. Neşesi gitti, arkadaşları gitti, en önemlisi kendisi gitti...
"Oldukça üzgün bir dönemden geçiyormuşsun. Ailevi falanmış..." Yıllarca selam bile vermeyen çocuk bir anda beni umursar mı olmuştu? Ayıp olmasın diye şok olduğumu belli etmemeye çalışsam da her halimden belli oluyordu eminim. Cevap vermeme gerek duymadan devam ediyordu sözlerine.
"Bende bu yollardan geçtim kızım. Ama üzülme biz eski arkadaşız bu günleri en kolay şekilde atlatmana yardımcı olacağım." Göz altları oldukça kararmış şekilde bana bakan bir çift kahverengi gözün içine baktım. Ahlaksız teklifte falan mı bulunacaktı bana? Ne demeye çalışıyordu?
"Nasıl yani?" Beynim verilen ilacın etkisinden mi yoksa gerçekten mi yavaş çalışıyordu anlayamıyordum doğrusu. İpin ucunu yakalamaya çalışmak bu kadar zor olmamalıydı.
"Sana yardım edeceğim kızım. Hem de bir dostun bir dosta edebileceği en iyi şekilde..." Dedi ve küçük beyaz bir kağıda sarılmış özenle streçlenmiş küçük bir poşeti elime tutuşturdu.
"Bu da ne böyle Berk?" Avuçlarımın içindeki poşeti evirip çeviriyor anlamaya çalışıyordum.
"İlacın. Bende kullanıyorum ve hayat inan bana çok mükemmel." Göz kırptı ve asansörü çağırdı.
"Kullan onu, çek. Bu lanet dünyanın güzelleştiğini göreceksin. Güven bana." Soru sormama bile kalmadan gelen asansöre binip gitmişti. Merdivende öylece elimde küçük beyaz bir poşetle kalakalmıştım. Her şey o kadar ani ve hızlı gelişmişti ki olayları kavramakta zorluk çekiyordum. Bana gönderilen bir lütuf muydu bu? Güzel şeyler beklenmedik anda gelirmiş ya, öyle bir şey miydi bu da?
Yeterince kötü şeyle karşılaşmıştım ve şimdi bana iyi gelebilecek bir yardım eli mi uzanmıştı? Hem de hiç beklemediğim bir kişiden, hiç beklemediğim anda gelen bir yardım eli. Yüzüme küçük bir tebessüm yayılmasına engel olamamıştım. Dünyamı 'gerçekten' güzelleştirebilecek bir şey... Bütün bu kötü gidişatın içinden beni çekip çıkaracak bir şey... Kaçmama, uzaklaşmama yardımcı olacak bir şey.... İşte tam da buradaydı, avuçlarımın arasında. İhtiyacım olan ne varsa hepsi bu şeydeydi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOL AYRIMI
General Fiction"Her son yeni bir başlangıçtır." Peki ya her yeni başlangıç, son bulanı mumla aratırsa? Yirmi üç yaşında hayata daha yeni yeni atılan Mihran karşısına çıkan ilk tümseği 'Kıyametim!' olarak tanımlasa da, hayatında gerçek kıyametin daha kopmadığından...