Sabah telefonun melodisiyle uyandım. Kimdi bu ya?! Elimi komidinin üstünde gezdirip, telefonu bulmaya çalışıyordum. En sonunda telefonu buldum. Tek gözümü açarak kimin aradığına baktım. Soo Hee arıyordu.
-Efendim.
-Haneul! Sen hala uyuyor musun? Öğlen oldu!
Telefonu kulağımdan çekip saate baktım. Saat 2'ydi.
-Haneul? ! Haneul?! Orda mısın?
-Burdayım.
-Sen bugün işe gitmedin mi?
-Hayır gitmedim.
-Niye ki?
-Müdür bir kaç gün olmuycakmış. Bu yüzden bize izin verdi.
-Anladım. O zaman bugün dışarıya, yürüyüşe çıkalım mı?
-Tamam, olur.
-1 saat sonra ben gelirim.
-Tamam görüşürüz.
-Görüşürüz. Telefonu kapattım ve yataktan kalktım. Mutfağa gidip kendime kahvaltı hazırladım. Kahvaltımı edip banyo ettim. Banyodan çıkıp odama ilerledim. Odama gidene kadar donmuştum. Hemen üstümü giyinip, saçlarımı havludan ayırdım.Çekmeceden tarağı alıp saçlarımı taradım ve dolaptan kurutma makinesini alıp kuruttum. Elimle saçlarıma şekil verdim. Aynadan kendime bakarken telefonuma mesaj geldi. Soo Hee mesaj atmıştı.
'Aşağıdayım. Hadi gel.'
Yanıma çantamı da aldım ve aşağıya indim. Kapıyı açtığımda Soo Hee, bana kırmızı bir burunla bakıyordu. Komik görünüyordu. Biraz da tatlı. Elimle Soo Hee'nin burnunu sıktım.
-Yaa!
-Üşüdün mü. Tatlı olduğunu düşündüğüm bir gülümsemeyle sordum.
-Evet.
-Gel buraya. Kollarımı açtım ve Soo Hee'nin kollarımın arasına girmesini bekledim. Soo Hee'ye sıkıca sarıldım.Soo Hee çekilince gülümsedi.
-Bu iyi geldi. Teşekkür ederim. Gülümsedim.
-Rica ederim, her zaman.
Soo Hee ile parka doğru yürümeye başladık. Hafif hafif kar yağıyordu ve kalın giyinmeme rağmen hava çok soğuktu, donuyordum. Ama eve gitmekte istemiyordum. Dışarda görülmeye değer bir manzara vardı. Asla gidemezdim. Soo Hee ile parka varınca hemen bir banka oturduk. Ben hayatımda böyle bir soğuk hava görmedim. Ellerimi ağzıma götürüp, sıcak nefesimi üfledim. Sıcak nefesim, adeta bir şöminenin verdiği sıcaklık gibiydi. Biraz daha üfledikten sonra elimi geri çektim. Etrafa baktım. Çocuklar az birikmiş olan karda oynuyorlardı. Aileleri ise onları yüzlerinde bir gülümsemeyle izliyorlardı. Hatta bazıları bile çocuklarına katılıyordu. Birden yüzüme değen soğukla titredim. Yüzüme kar atılmıştı. Nerden geldiğini öğrenmek için kafamı sağa çevirdiğimde, Soo elinde kartopuyla bana gülüyordu. Ben, ben Haneul! Bunu onun yanına bırakır mıyım, asla! Bende yerden elime kar alıp yuvarladım.
-Sen şimdi görürsün! Elimde ki kartopunu Soo Hee'nin yüzüne attım. Gülümseyen yüzü bir anda düştü. Ve eline kar alıp, bana atmaya başladı. Kardan gözlerimi açamıyordum. Ah Soo Hee ah. Sen şimdi gülüyorsun, eğleniyorsun ama birazdan başına gelecekleri bilmiyorsun. Sinsice gülümsedim. Yüzüme gelen karlar bittiğinde, ben de elime kar aldım. Soo Hee anında koşmaya başlamıştı. Kahkaha atarak koşuşturuyorduk. Şuan dışarıdan deli gibi güzüküyor olabilirdik ama kime ne, umurumda değil.
Yorulduğumda, ellerimi dizlerime koyup soluklandım.
-Ne oldu, çok yorulmuşa benziyorsun! Soo Hee kahkaha atarak söylemişti.
-Sen şimdi görürsün. Dikleştiğim sırada yeri boyladım.
-Aaahhh. Acı bir inleme bıraktım dışarıya. Elimle sırtımı tutuyordum. Çok sert düşmüştüm.
-Çok özür dilerim. Bilerek olmadı. Kafamı kaldırıp benimle konuşan şahısa baktım. Gözlerim yuvalarından çıkacaktı neredeyse. Bu kadar da olmazdı yani.
-Sen... Gözlerimi kısarak ona baktım.
-Bana neden öyle bakıyorsun?!
-Hah! Baksana halime.
-Bilerek yapmadım dedim sana. Tamam Haneul, boşver. Moralini bozma. Ellerimle yerden destek alarak kalktım. Üstümü temizledim ve yerden beremi alıp başıma taktım. Gözlerimi Taehuyung'a çevirip yutkundum.
-Tamam. Önemli değil. Düz bir şekilde söylemiştim. Arkamı dönüp bizi izleyen Soo Hee ve Jimin'in yanına gittim.
-Hadi gidelim. Soo Hee ile ilerlerken önümüze Jimin geçti.
-Kızlar! Durun gitmeyin! Jimin elindeki kartopunu elinde sallarken konuştu.
-Hadi kartopu savaşı yapalım. Soo Hee'ye baktığımda heyecanlı gözüküyordu.
-Tamam, tamam! Gözlerimi açtım. Öyle bir sesli söylemişti ki parktaki herkes ona bakmıştı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum. Soo Hee utanmış bir şekilde gözlerini kapattı. Jimin ise ona bakıp sevimli bir şekilde gülümsüyordu.
-Ne oluyor? Taehyung gelmişti.
-Kartopu savaşı yapıcaz Tae. Jimin yanıtlamıştı. Kolumla Soo Hee'ye dürttüm ve sadece onun duyabileceği şekilde konuştum.
-Kendine gel, sakin ol. Soo Hee 'tamam' anlamında kafasını salladı.
-Oynuyoruz değil mi?
-Evet.
-Hadi o zaman. Jimin elindeki kartopunu Soo Hee'ye atıp kaçtı. Soo Hee'ye onun arkasından,elinde karla birlikte koşmaya başladı. Kahkaha attım, şuan çok şirin gözüküyorlardı. Birden gülmem kesildi. Bunun nedeni Tae'nin yüzüme kar atması ve hepsinin ağzıma girmesiydi. Ağzımdaki kar ermişti. Titredim, çok soğuktu. Yerden kar aldım ve sırıttım. Tae birden koşmaya başladı. Bende onun arkasından. Elimdeki karı öylesine attım ve poposuna gelmişti. Tae ellerini poposuna koymuş "Popom!! Çok soğuk!" diye ortalıkta bağırıyordu. Artık gülmekten karnıma ağrılar girmişti.
-Ne gülüyorsun! Komik bir şey mi var?! Tae yüzüne şirin bir ifade yerleştirmişti. Ben öyle düşünüyordum.
-Ç-Çok k-komiktin... Gülmekten konuşamıyordum.
-Sen şimdi görürsün. Bu çocuk ciddi gözükmeye çalışıyordu ama başaramıyordu.
Arkama doğru geçti. Ne yaptığını düşünemiyordum çünkü şuan gülmekle ilgileniyordum. Birden sırtımda soğuk bir şeyin kaydığını hissettim. Kendimi kastım. Arkamdan gülme sesi gelince, döndüm. Kaşlarım çatık bir şekilde, gülen Tae'ye baktım. Gülmekten birazdan bayılıcak gibi gözüküyordu, yüzü tamamen kızarmıştı.
-Sen gerçekten... Ayağımla kara vurdum. Ama tahmin etmediğim bir şey oldu. Ayağım kaydı ve Tae'nin üstüne düştüm. Şuan utancımdan gözlerimi sımsıkı kapatmış açamıyordum. Ama ayağa kalkmak için gözlerimi açtığımda bana gülümseyen bir Tae ile karşılaştım. Tam şuan da onun kare bir şekilde güldüğünü anladım. Çok sevimliydi. Ve çok da yakışık-Ahh! Haneul sen ne düşünüyosun öyle! Sus iç ses, hemen! İç sesimle olan savaşım bittiğinde Tae'nin üzerinden kalktım.
-B-Ben özür dilerim. Ayağım şey oldu, sonra şey oldu... Bir dakika. Benim sesim mi titremişti?!
-Şey ne? Ne oldu? Gülerek sormuştu.
-şey oldu işte.
-Ne oldu? Israr etmese olmaz zaten. Gözlerimi devirdim.
-Israr etmesen?
-Tamam, tamam. Ha şöyle.
-Haneul! Haneul! Arkama döndüm ve bana kırmızı bir burunla koşan Soo Hee'yi gördüm. Şuan çok tatlıydı. O burnunu şuan çok sıkmak istiyorum.
-Efendim.
-Hadi eve gidelim.
-Tamam.
-Kızlar. Jimin araya girmişti.
-Ben sizi bırakırım. Donmuşsunuz zaten. Donmak ne demek buz gibi olmuştum ben kesin Soo Hee'ye öyle olmuştur. Çünkü her yeri jar içindeydi.
-Tamam, gidelim. Hep birlikte arabanın olduğu yere doğru yürümeye başladık. Yanımda Tae vardı ve şarkı söylüyordu. Sesi çok güzeldi.
-Sesin güzelmiş.
-Teşekkür ederim. Herkes öyle söylüyor.
-Rica ederim Bay Ego. İllaki kendisini övücek. Umarım onunla birlikte oturmam. Arabanın yanına varınca içeri hemen girdim. Vücudum sıcakla buluşunca gülümsedim. Yanımdaki kapı açılınca kimin geldiğine baktım. Hay benim şom ağzım. Tae oturmuştu yanıma.
Nerdeyse 15 dakika geçmişti. Ve Tae konuştukça konuşuyordu. Başım şişmişti artık. Araba durunca camdan dışarıya baktım. Evim evim güzel evim.
-Teşekkür ederim Jimin.
-Rica ederim.
-Görüşürüz. Kapıyı açıp, arabadan indim ama bir ses beni durdurdu. Bu Tae'yi.
-Haneul! Arkama dönüp Tae'ye baktım.
-Efendim.
-Eee, şey... Sanki söylemekle söylememek arasındaydı.
-Telefon numaranı alabilir miyim acaba? Tek kaşımı 'neden' dermişçesine kaldırdım.
-Hani arkadaşız ya... Numaramı almasında bir sorun görmedim. Sonuçta Jungkook ve Jimin'in arkadaşıydı.
-Tamam.
-Böyle diyeceğini biliyordum. Bak benim kötü bir niye-Bir dakika ne dedin sen?
-Tamam dedim. Tae gülümsedi ve cebinden telefonunu çıkarttı ama biraz zaman aldı. Elleri titriyordu. Onu öyle görünce güldüm. Tae yüzüme bakıp güldü. Bu çocuk çok güzek gülüyordu. Dur, dur. Ben ne dedim şimdi. Güzel gülüyor dedim. Neden böyle düşündüm ki şimdi ben? Tae telefonu bana verdi, bende numaramı yazıp kendimi aradım. Telefonu kapatıp Tae'ye verdim.
-Teşekkür ederim. Tae'nin teşekkürüne karşılık gülümsedim. Arabanın kapısını kapatıp bahçeye girdim. Çantamdan anahtarı çıkarttım ve kapıyı açtım. Kabanımı asıp, odama gittim. Biraz ayaklarımı uzatıp dizi izlesem hiç fena olmazdı. Üstümü çıkartıp pijamalarımı giydim. Yatağın içine girdim ve diz üstü bilgisayarımdan bir dizi açtım.
Saate bakmak için telefonu aldığımda, 2 saatin geçtiğini gördüm. Esnedim ve bilgisayarı kapatıp yatağın kenarına koydum. Yataktan kalkıp mutfağa gittim. Ne yemek yapıcağımı düşündüm. Buzdolabını açıp ne var diye baktım ve aklıma ne yapıcağın gelmişti. Kendime Jajangmyeon yapıcaktım. Malzemeleri çıkartıp yapmaya başladım.
Soğanı doğrarken gözyaşlarım akıyordu. Ne çok yaktı gözlerimi. Kolumla gözlerimi sildim. Doğranmış kabak ve soğanı alıp tencereye boşalttım...
Yaklaşık 1 saat sonra pişmişti. Jajangmyeon'u bir tabağa koydum. Salona geçip televizyonu açtım. Tabağı kucağıma alıp, yemeği yemeye başladım. Saat 10'a geliyordu. Gözlerim kapanmamalı için direniyordu. Tabağı kucağıma alıp mutfağa gittim. Tabağı ve çubukları lavaboya koyup banyoya gittim. Dişlerimi fırçaladıktan sonra çıktım. Odama giderken ayağım bir şeye takıldı ve yere düştüm. Oflayarak ayağa kalktım ve ayağıma takılan şeye baktım. Halıya takılmıştı ayağım. Halıyı ayağımla düzeltirken sert bir şey hissettim. Elimi halının altına götürdüm. Bir kağıt çıkardım. Kağıdı açtım,yine bir notu bu.'Kokun çok güzelmiş minik.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOTE
FanfictionYaşadığı şeylerden dolayı psikolog olmak isteyen asi bir kız... Hayata hep mutlulukla bakan bir çocuk ... Peki ya aşk? Bunun neresinde... Gelin hep beraber görelim. Benimle birlikte bu sürükleyici, komedi dolu aşk hikayesine katılmaya ne dersiniz? ...