"Yongsun?"
Genç kız dişlerini göstererek gülümseyip Jooheon'un omzundaki elini sıktı.
"Adımı yeniden sesinden duymak güzel."
Jooheon rahatsız olmuş bir ifadeyle kendisini hafifçe geri çekip Yongsun'un elinin boşluğa düşmesini sağladı. Gülümseyen kız bu defa yüzündeki mutlu ifadeyi silip tek kaşını kaldırarak baktı genç büyücüye.
"Ne zaman bu kadar nankörleştin sen?"
"Nankörleşmek mi? Bunu bana sen mi söylüyorsun?"
"Sen beni severdin Jooheon, hatırlamanı isterim."
Histerik bir kahkaha atan Jooheon sert bir tavırla yanındaki kıza dönüp çıkıştı.
"Severdim. Sevdiğimi sanmıştım. Annem gibi olduğunu düşünmüştüm. Kibar, naif, sevgi dolu... Melek görünümlü bir şeytan olduğunu bilsem yanına asla yaklaşmazdım."
"Bunu da nereden çıkartıyorsun?"
"Dur bir düşüneyim..." diye mırıldanıp elini çenesine koydu ve düşünüyor gibi yaptı beyaz saçlı oğlan.
"Sana ve sevgine muhtaç olduğumu düşüneyim diye beni annem ve babamın yakılma törenine götürdüğün için olabilir mi?"
"Bak... Sen bile 'sevgini' diyorsun. Her şeyi seni sevdiğim için yaptım. Boş yere ümitlenmeni istemediğim için."
"Ben... Ben o ümitle mutluydum. Bir gün onlara kavuşacağımı düşlerken mutluydum. Ama sen ne yaptın? Beni o gün bilerek şehre indirdin. Bilerek oraya götürdün. Annem ve babamın can çekişmesini izlettin bana."
"Gerçekleri görmeni sağladım, sonra kendini toparlaman için yanında oldum. Sana destek oldum. Ama sen beni yanında istemedin. Sana olan sevg-"
"Sevgi değil. Sevgi. Değil. O kelimeyi ağzına alma bir daha. Saplantılarına kılıf bulmaya çalıştıkça gözümde daha da korkunç biri oluyorsun."
Aniden ortamda oluşan derin sessizliği yine Yongsun bozmuştu.
"Yanına gelmemin başka bir sebebi var aslında, geçmişten bahsetmeye gelmedim."
"Sahi mi? Neymiş o sebep? Çünkü şu an tek yaptığın benim sinirlerimi bozmak."
Yongsun bakışlarını Jooheon'dan alıp başka bir yere yönelttiğinde Jooheon da onunla beraber kafasını çevirdi. Baktıkları yerde el ele tutuşup daire oluşturmuş, neşeyle dönen çocuklar vardı. Oluşturdukları dairenin ortasında ise kafasındaki çiçekli tacı ve yüzündeki büyük gülümsemesi ile onları izleyen prens oturuyordu.
"Demek nişanlandın... Cidden beni şoke ediyorsun Lee Jooheon."
"Neden şoke ediyormuşum?"
"Pek aşk adamı değilsin sanıyordum. Ama sen aniden nişanlandın. Hem de kökümüzü kurutmaya yemin etmiş adamın oğluyla."
"Sen bunu nereden biliy-"
"Diğerleri onun kim olduğunu bilmiyor... Değil mi?"
Beyaz saçlı büyücü aniden sustu. Evet, herkes onun insan olduğunu biliyordu ama kimse prens olduğunu bilmiyordu. Bilselerdi muhtemelen iyi şeyler olmazdı.
"Annenin yüzüğünü de ona takmışsın. Ben istediğimde onu kimseye takamayacağını söylemiştin."
"O 'kimse' değil... Bu yüzden taktım bu yüzüğü."
"Sana inanmıyorum."
"Neden? Aşık olabileceğim ihtimali çok mu uçarı geliyor? Sana olmadığım için?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hann // Kihyuk•Jookyun
FanfictionEfsanelere göre bir zamanlar Hann adında bir krallıkta güzel bir prens yaşardı. Bu prensi gören, döner bir daha bakardı. Sohbetinde bulunan, billur sesini işiten şanslı sayardı kendini. Kalbi altın gibi saf, gözleri turmalin taşları gibi ışıl ışıldı...