Birinci Bölüm

50 5 4
                                    

Uyuyordum. Giriş kapısının beni her gün üç kez delirtebilen sesi karşısında irkildim. Yine hoşlanmayacağım ve yemeklerini özlediğim annemi anacağım bir tabak lapa ve yanında boya tadı veren bir bardak meyve suyuna uzanmak üzere ayağa kalktım. Görevli Kemal, salon diye adlandırdığım yerin -eskiden ders işlenen sınıflardan biri- kapısını araladı. Sıralardan birine yemeğimi bıraktıktan sonra geldiği yöne doğru uzaklaştı. Demir parmaklıkları göreceğim ve içimin kararacağı manzarayı görmek istemesem de perdeyi araladım. Işıkları açmak uzun zamandır huyum değil. Dışarıda kapalı bir hava, yağmur yağacak gibiydi. Bahçeyi ve karşıdaki tuğla binaya dalmıştı gözlerim. Tam o sırada Kemal'in telefonunun çaldığını duydum. Kemal orta boylarda, fazla kilolu olmayan esmer, seyrek bıyıklı iyi bir insandı. Beni burada kapatmalarına rağmen iyi bir insandı. Arayan annesiydi. Şu anda müsait olmadığını söyledikten sonra, demir kapının sesi eşliğinde dışarı çıktı. Tepsiye uzandım. İştahım olmasa da  biraz atıştırdıktan sonra odanın sağ köşesinde duran kitaplığa uzandım. Rastgele bir kitap seçip sayfalarını araladım. Yağmurun sesi eşliğinde birkaç sayfa okuduktan sonra gözüm bahçeye ilişti. Sanırım yeni sezon açılıyordu. Aileleriyle beraber öğrenciler bahçeye doluşurken kitabı masaya bırakıp, mutluluklarını yüzlerinden okumaya başladım. Keyif veriyordu. Uzun zamandır özlediğim bir tablo. Bir ressamın eserini inceler gibi ama hiçbir eksiğini eleştirmeden huzur buluyordum. İçimde bir buruklukla arkama dönüp, duvarın köşesindeki kameraya baktım. İzlediklerini ve belki de bu halimden haz duyduklarını biliyordum. Annemi ve babamı, sevdiklerimi düşündüm. Yaptığım çocuklukları, yere düştüğümde kanayan dizlerimi, babamın bana aldığı ilk bisikleti...
Demir kapının sesi bugün fazladan bir kez geldi kulağıma. Kemal içeriye girip, sınıflarda yer kalmadığını ve bu sınıfın dönem için aktif olarak kullanılacağını söyledi. Ayağımdaki cihazı sakladılar önce. Bana verdikleri talimatları yerine getirmek zorunda olduğumdan öğrenci gibi davranmak koşuluyla yalnız bırakıldım. Bir yandan zorunda olduğum şeyi yapmak veya öyle davranmak canımı sıksa da bir yandan insan yüzü göreceğim için mutluydum. Sonra her gün yaptığım gibi kendime dönüp; "Benim adım Oğuz, 22 yaşındayım. Unutma!" diye tekrarladım. Unutmamalıydım. Uzun bir süredir, artık saymayı bıraktığım zamandan beri tahmin edemeyeceğim kadar gün ağarmıştı. Kendimi, geçmişimi hatırlayabildiğim kadarıyla korkuyordum. Ailemi unutmak benim için hiçliğe düşmek demekti. Sonra ailelerin sınıflara yerleştirildiğini gördüm camdan. Sıra buraya geldiğinde heyecanlandım doğrusu. Sınıflar 4 ya da 5 öğrencilikti. Ülkenin müfredata uymayan ve özel olarak öğrenci yetiştiren pahalı okullarından biri olduğunu anımsıyordum. Buradan yüksek memuriyetler, yöneticiler ve yurtdışındaki beyinler mezun oluyordu. Sesleri işittim. Sınıfa giren ilk ailenin kızını gördüm. Heyecanım arttı. Dudaklarımın arasından kelimeler dökülebilir mi diye düşünüyordum o an. Sarışın, dalgalı saçları ve mavi gözleriyle içeri girdi. Sınıf bildiğimiz gibi sıralardan ibaret değildi, rahat bir oda ortamı gibiydi. Kanepede oturuyordum. Kapının tam karşısında olduğumdan göz göze geldik. Sonra gözlerini devirerek sınıfa baktı. Biraz inceledikten sonra ranzasını görmek üzere girişin sağında olduğunu bildiğim kapıya yöneldi. Diğer aileler ve öğrenciler de sınıfa hızlı bir göz attıktan sonra yerleşmek üzere aynı kapıya yöneldiler. Öğrenciler yarım saat gibi bir süreden sonra yerleşip, aileleriyle vedalaşmak üzere giriş kapısının önünde buluştular. Gülüşmeler, göz yaşları... Hepsini net bir şekilde işitiyordum. Bir sessizlikten sonra öğrenciler içeri girip, sınıftaki koltuklara yerleştiler. Ben buraya salon diyeceğim. Tanışma faslı başlamıştı. Sadece izliyordum. Ne bir yorum ne bir ses. Tek kelime etmeden öğrencilerin mimiklerini takip ediyordum. İlk gördüğüm hanımefendinin ismi Aleyna idi. Kendine güvendiği belliydi. Varlıklı bir ailenin kızıydı. Karşısındaki kız ise Leyla. Babası bir televizyon kanalının sahibiymiş. Diğer iki öğrenci Ahmet ve Ömer. Ahmet, varlıklı bir ailenin tek çocuğu. Güleryüzlü efendi biri olarak tanımladım ilk izlenimlerime göre. Ömer ise ailesinin onu ne zorluklarla buraya getirdiğinin farkında, asil bir çocuktu. Kanepedeki yerimden onları sanki orada değilmiş gibi izleyip, tahlil ediyordum. Ömer'in hikayesini dinlerken bir ses; "Senin adın nedir? Çok sessizsin." Bu ses benim irkilmemi sağlamıştı. Göz göze geldiğimde o sarışın, mavi gözlü kızı gördüm. Titreyen sesimle "Oğuz... Benim ismim Oğuz." diyebildim. Bir tebessümle uzaklaştı benden. Korktuğunu düşündüm. Sahi, kim olsa korkmazdı. Yalnız başına, uzun zamandır belki 2 yıl insan görmemiştim. Kim bilir nasıl bakıyordum onlara, nasıl görünüyordum?

RANZAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin