Oturduğum sandalye altımdan kaydı sanki, elimde tuttuğum su bardağının yere düşüp parçalandığını hissettim kısa bir an; kulaklarımdaki çınlaması ise sanki yıllar sürdü ya da sonsuzluğun içinde tamamımı kaybettim.
Peki bunlar gerçekten oluyor muydu, bunları gerçekten yaşıyor muydum?
Hayır; kendimi kaybettiğimi koltukta uyandığımda anladım, sandalye altımdan kaymamıştı, bardak kırılmamamıştı; ben sadece yemek tabağımın içine bayılmıştım. Oysa hissettirdiği bambaşkaydı; sanki yemeğin içine düşmüştüm de yanıyordum.
Uyandığımı gören Kun çoktan su almaya gitmişti. Diğerleri?
Diğerleri çoktan?
Çoktan...? Çoktan Si Cheng'i aramışlardı ve şuan tam olarak karşı koltuğa hep beraber dizilmiş laptop'ı bana doğru çevirmişler ekranda Si Cheng, beni izliyorlardı.
Kun suyu elime vermiş ama bunu fark etmemiştim. Şokta olduğumu suyu alıp başımdan aşağı dökmeye başladığımda anlayabilmiştim, beni izleyen arkadaşlarım ise minik tebessümlerle kahkahanın eşiğinde bana bakıyorlardı.
Kalbimin ritmi en son ne zaman bu denli değişmişti? Ben hep heyecanlı biriydim, tamam, kalbim hep böyleydi fakat ne zamandan beri bu hallere gelmiştim?
Sesli mi sessiz mi düşünüyordum bilmem ama bunun cevabını sesli vermiş olmalıyım ki dudaklarımdan 'Kışları hep böyle olurum.' cümlesi düştü, yerde usulca süzüldü ve ekrana ulaştı. Belki ağlamaktan belki gülmekten belki de onu koruyamadığımdan soğuktan kıpkırmızı olan tenine çarptı sözlerim.
Bu anı ne zamandır bekledim? Peki yapabiliyor muydum, hakim olabiliyor muydum kendime? Korktum o an, döküldü sıcaklığı yakan gözyaşalarım, yaktı. Ayağa güç bela kalkabildim, zaman o kadar hızlı ilerliyordu ki; oysa daha kaç saniye olmuştu.
Kelimelerim ne yapmıştı ona? Yakmış mıydı canını? Gözlerini doldurduğum için nefret ettim zihnimin kara çukurundan. Bencildim belki, sadece ben sevmiyordum ya bu dünyada.
Adımlarımı atarken temkinliydim çünkü titriyordum ve her an düşebilirdim. Taeyong'un kucağındaki laptop'a doğru eğildim usulca. Gerçekten karşımda olsun istedim o an, usulca dokunayım yumuşak yanaklarına, kollarımı dolayayım minik vücuduna. Akarsa gözyaşalarını sileyim.
İsteyebildim sadece.
Koca bir nefes çektim içime sözlerime adım atmadan önce, yolumda beni tökezletecek dolu gözyaşı vardı ama dikkatli olacaktım, onun için. Karları eritemezdim ya iki üç damlayı patlatıp.
İkinci cümlemi kuruyor olmak bile mucizeydi sanki.
'Bak, sırılsıklam oldum.' dedim halimi göstererek ama kalbimi görsün istiyordum o an.
Usulca tebessüm etti ama ben acıyı çoktan aldım, kar rengini atıyordu.
'Üşüteceksin.' dedi bana, o sırada Doyoung kurulanmam için havlu getirmişti. Endişeli görünüyordu, aslında hepsi endişeliydi. Tepkilerimden dolayı böyleydiler, biliyordum. Durgunluğum hep ondandı, bunu da biliyorlardı.
Havluyu beceriksizce katladım belki de buruşturdum; kullanmadım. Onunsa kaşları çoktan çatılmıştı. 'Kurulanmayacak mısın?' diye sordu.
Ağzından çıkan her harf bende baterist ve bateri etkisi yaratıyordu. O vurdu ben titredim, her harfinde.
Ellerim uyuşmuştu ve az da olsa ellerim arasında tuttuğum havlu onları ısıtmış biraz gevşemiştim, bir an kendimi bakıma muhtaç bir bebek gibi hissettim. Anlaşılan o ki bunu sadece ben hissetmemiştim, oturduğu yerden kalkan Johnny yanıma geldi ve havluyu alıp omuzlarıma attı: 'Bence yukarı çıkıp üzerini değiştirmelisin Yuta, havalar soğuk üşüteceksin.' Son cümlesi azarlar gibiydi, yaptığım doğru da değildi ya şimdiye kadar kurabildiğimiz daha üç cümlelik konuşmamıza döndüm ben.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
◤ѕɴowdrop╰ʸᵘʷᶤᶰ╮
Fanfic❝Çiçek açmamı mı istiyorsun? Kış'ı getir bana, soğuğu, Kar'ı, o zaman unutacağım. Biliyorsun tutulamayan sözler vardı ama ben en çok onları sevdim.❞ vιolα-r ❀