Saat 04.00 sularında gözlerini açtığında zifiri karanlığın içindeydi, ay ışığı bile girmiyordu odasına. Aslında karanlıktan korkardı o, lambası açık yatardı her zaman. Bu gece ay çok parlak olduğu kapatma kararı almıştı ama sanırım ay da küstü ona ve söndürdü ışığını, kim küs değildi ki ona? Tanrı bile küsmüştü. Gözlerinden akmaya başlayan yaşları elinin tersiyle silip gece lambasını açtı. Nefret ediyordu sulu gözlü oluşundan, her daim ağlamasından. Kendinden nefret ediyordu, ölmeyi hak ettiğini düşünüyordu. Yatağında sağa, gece lambasının olduğu yöne döndü. Işık ona kendini güvende hissettiriyordu, eski travmalarını unutturuyordu. Gözlerini asla kapatmazdı mesela, uyku göz kapaklarından bastırana kadar.
"Asıl yalnızlık, yalnız hissetmenize sebep olacak kişilerle yaşamak zorunda kalmanızdır." böyle demiş Paul Auster. Na Jaemin buna katılmıyordu. Böylesine derin, karanlık bir yalnızlığa hapsolmadan önce sevilirdi. Arkadaşları vardı, her hafta sonunu birlikte geçirdiği, birlikteyken saate bakmayı unuttuğu. Peki ne zaman mı yalnız kalmıştı?
8 ay önceydi. Evlerine giden yol her zaman karanlık ve ıssızdır ama çocukluğundan beri bu evde yaşadığı için alışmıştı Jaemin. Korkmadan gidip geliyor, en karanlık gecelerde bile yürüyebiliyordu, ta ki o geceye kadar. Büyük kazanın yaşandığı ve annesi ile babasını aynı anda kaybettiği geceye. Yol her zamanki gibi karanlıktı ve arabalarının farı o gece çalışmamaya yemin etmişti. Babası annesinin itirazlarını dinlemeden bir sorun olmayacağını söyleyerek karanlık yolda arabayı sürme kararı aldı. Jaemin The Strokes - Last Nite dinleyerek camdan karanlığa bakıyordu ve anormal gözüken hiçbir şey yoktu. Zaten tek hatırlayabildiği şey karanlık ve kulağındaki müzikti, üç saat sonunda hastanede uyandığında hayatının en büyük darbesini yaratacak haberi almıştı. Karanlık yoldaki bir taş yüzünden araba yoldan çıkmış ve taklalar atmıştı. Emniyet kemeri takılı olan tek kişi Jaemin olduğu için kurtulan tek kişiydi. Artık annesi ve babası yoktu. Bir süre hastanede yattı, bu sürede hiç kimse ile görüşmek için hazır hissetmedi, en yakın arkadaşları Haechan ve Renjun da buna dahil. Kendisini birileriyle görüşmek için hazır hissettiğinde ise en yakın arkadaşlarının artık en yakın arkadaşları olmadığını gördü. Onlar Jaemin'e kızgındı.
İlk başlarda çok zor gelen yalnızlık, şimdi o kadar da acıtmıyordu canını. İşe giderek dağıtıyordu kafasını, ah doğru okula gitmeyi de bırakmıştı ailesi ölünce, kendine bakması gerekiyordu ne de olsa. Bir hamburgercide işe girmiş siparişleri alıyordu. İlk çalışmaya başladığında, Haechan ve Renjun gelmişti oraya. Şaşırmışlardı, soğuk soğuk nasıl olduğunu sormuşlar ve hiçbir şey almadan ayrılmışlardı oradan. İlk ve sondu, bir daha gelmediler. Jaemin onları uzaktan geçerken görüyordu bazen, üzülerek izliyor ve kendisini de yanlarında hayal ediyordu, hayali genellikle patronun ya da müşterinin ona seslenmesi ile son buluyordu.
Çalan alarmın sesiyle gözlerini araladı, hava aydınlanmıştı, işe gitmesine yarım saat vardı. Yavaş hareketler ile yatağından kalkıp banyoya gitti, temel işlerini hallettikten sonra odasına dönüp kıyafetlerine karar verdi. Annesinin hediye ettiği siyah uzun kollu kazağı pembe saçlarından geçirdikten düz siyah pantolon ile siyah spor ayakkabılarını giydi. Üzerindeki tek farklı renk pembe saçlarıydı. Evet pembe, kazadan sonra siyah saçlarından ve kendisinden nefret ettiği için ilk maaşını alıp saçlarını pembeye boyattı. Ona yakışıyordu bu renk ya da kendisi öyle düşünüyordu. Tamamen hazırlandıktan sonra evden ayrıldı. Hava buz kesiyordu ve kasvetliydi, bu da gece yine karanlık olacak demekti.
Evine on dakika uzaklıkta olan hamburgerciye ulaştıktan sonra herkese hızlı bir selam verip işine koyuldu. Genelde çalışırken müşteriler ile göz göze gelmemeye çalışıyordu fakat bu sefer değişik bir şey olmuştu. Kapıdan iki arkadaşı ile gülümseyerek giren -gülümsüyordu ama gözleri ayrı gülüyordu- çocuğu gördüğü anda onunla göz teması kurma isteğini bastıramadı Jaemin.
Gelen grup bir masaya yerleştiğinde Jaemin hala çocuğu izliyordu. Siparişi kimin vereceğine karar vermek için taş-kağıt-makas oynarlarken Jaemin çocuğun kaybetmesini diledi, her ne kadar Tanrı ona küsmüş diye düşünse de. Dileği gerçekleşti ve Jaemin o anda içinden "Bana küsmediğin için teşekkür ederim Tanrım." dedi. Gözleri gülen çocuk sipariş alanına girdiğinde Jaemin çocuğu inceliyordu, hemen hemen aynı boydalardı, simsiyah saçları vardı ve kendine çok yakışan bir sweatshirt ile kot pantolon giymişti.
"Siparişinizi alayım." Sesinin titreyeceğini düşünmüştü ama aksine kendinden çok emin bir şekilde çıkmıştı. Henüz göz göze gelmemişlerdi ve Jaemin kızgın hissediyordu.
"Üç çizburger, üç kola, büyük boy patates ve soğan halkası." Cüzdanından parasını çıkarırken konuştu. Jaemin siparişleri girmişti bile.
"Toplamda 20.000 won ediyor."
Jeno çıkardığı parayı uzatırken karşısındaki çocuğa bakmayı akıl etmişti. O anda göz göze geldiler. Jaemin nefesinin kesildiğini düşündü çünkü karşısındaki genç çok derin bakıyordu. Jeno ise hayatında ilk kez böyle hüzünle bakan birisini görmüştü ve ağzından şu kelimeler döküldü:
"Seni çok mu üzdüler pembe?"
Merhabaa! Bu NCT shipleriyle yazdığım ilk fiction. Umarım beğenirsiniz :3 Yorumlarınızı bekliyorum.♡
-profilimdeki sekai ficine de göz atmayı unutmayın.♡