Jaemin, gözlerine giren güneş ışığı ve cıvıldayan kuşların sesi ile baharın geldiğini anlamıştı. Baharı severdi çünkü havalar ısınır, insanlar daha sıcakkanlı olurdu. Ayrıca artık baharı daha da güzel kılacak birisi vardı hayatında. Jeno. Aynı evde kalıyorlardı ve Jeno artık tamamen iyileşmiş, okulda Jaemin'e eşlik etmeye başlamıştı.
Jeno ise Jaemin'e iki kat daha fazla aşık olmuş, onsuz yapamaz duruma gelmişti. Onunla yaşamak, onunla okumak her zaman ona bir lütuf gibi geliyordu. Okuldaki herkesin dilinde ikisi vardı. İkisi okulun altın çifti olarak anılıyorlardı. Öğretmenleri bile onları garip bulmuyor, aksine birbirinde deva bulan iki insan olarak görüyordu.
Jeno yatağında gerindi. Bacaklarını aşağı sallandırarak ayağa kalkıp küçük adımlarla odasından çıktı. Hemen yan odada sevgilisi yatıyordu. Kapısını tıklatarak 'gel' sözcüğünü duyana kadar içeri girmedi. Jaemin içeri gelmesini söylediğinde yine küçük adımlar atarak sevgilisinin yanına ulaştı.
Uykulu uykulu, "Günaydın." diyen Jaemin'in yanına uzanmış, kollarını beline sarmıştı. Burnunu da sevgilisinin boynuna gömüp kokusunu derince içine çekmişti. Sevgisini tanımlayacak bir kelime ya da cümle yoktu. Sadece hayatından çıkmaması gerekiyordu. Eğer bir gün Jaemin ölürse hemen ardından o da ölecekti.
Düşünmeyi bırakıp Jaemin'e, "Bugün ne yapacağız?" diye sordu. Jaemin ise birlikte dışarı çıkabileceklerini, deniz kenarına gidebileceklerini söyledi. Bu fikir Jeno'ya cazip gelmemişti. Daha özel bir şeyler yapmak istiyordu. Bu yüzden reddedip yataktan kalktı ve diğerine hemen üstünü değiştirmesini, sürprizi olduğunu söyledi. Ardından koşarak odasına gidip üzerine açık pembe bir tişört ve kot pantolon giydi. Saçlarına eliyle şekil verdikten sonra hazırdı.
Jaemin odasında, dolabının karşısında kara kara ne giyeceğini düşünüyor, bir türlü karar veremiyordu. En son çare olarak gözlerini kapatıp eline ilk gelen pantolonu ve tişörtü seçti. Mavi bir tişört ve açık renk kot pantolon gelmişti. İki parçayı üzerine geçirip pembe saçlarına sprey sıkarak saçlarını sabitledi.
Odasından ayrıldığında Jeno duvara yaslanmış halde sevgilisini bekliyordu. İkisi el ele kapıya gidip ayakkabılarını giydikten sonra ana caddeye doğru yürümeye başladılar. Hala el eleydiler ve havanın sıcaklığından ötürü ellerinin terlemesi umurlarında değildi. Yavaş adımlarla yürüyerek birbirlerini ilk kez gördükleri hamburgercinin, okullarının önünden geçtiler. Ilık ılık esen rüzgar saçlarını dağıtırken Jeno otobüs durağının önünde durdu. Jaemin şaşırmış, nereye gideceklerini merak etmişti.
Jeno gelen 42 numaralı otobüse durması için elini havaya kaldırdı. Diğer çocuk daha önceden bu otobüse hiç binmemişti, nereye gittiğini bile bilmiyordu. Oldukça boş olan otobüse binerek kendilerine boş yer buldular. Yan yana oturuyorlardı. Jaemin nereye gittiklerini merak etse de sessiz kalarak Jeno'yu sorularla boğmama kararı aldı. Jeno sevgilisine dönüp yolculuklarının biraz uzun süreceğini belirtti, Jaemin ise bundan faydalanarak kafasını diğerinin omzuna yaslayıp kendini uykunun kollarına bıraktı.
Bir saatlik yolculuğun sonunda Jaemin uyanmış, türlü türlü restoranların bulunduğu küçük bir kasabaya geldiklerini görmüştü. Şimdi el ele yürüyor, aynı zamanda konuşuyorlardı. "Burası neresi sevgilim? Nereden biliyorsun burayı?" Jaemin art arda sorularını soruyor hiç nefes almadan konuşuyordu.
Jeno gülümseyerek, "Buraya annemle gelmeyi çok istemiştik, hatta araştırmıştık nasıl geleceğimize kadar ama sonra olanları biliyorsun işte, gelemedik." diye açıkladı. Jaemin sesindeki üzgün tonu gizlemeye çalışarak, "Artık gittiğin her yerde seninle." diye mırıldandı. İkisi de sessizleşmiş, ortama garip bir hava çökmüştü. Neyse ki Jeno'nun Jaemin'i bir Çin restoranına sürüklemesiyle garip hava dağılmıştı. Şimdi ikisi de girer girmez sipariş ettikleri yemeklerinin gelmesini bekliyorlardı.
Jeno sevgilisinin masanın üzerinde duran ellerine uzandı. Hala Jaemin'e baktığında ilk günkü gibi heyecanlanıyor, kalbi hızlanıyordu. Jaemin için de farklı olan bir şey yoktu, Jeno onu bataklıktan kurtarmış, sonra birlikte batmış, çıkmışlardı. Kısa zamanda çok şey yaşamışlardı. Romantik anları yemeklerinin gelmesi ile bölünmüştü. Bu onları üzmemişti, çünkü oldukça açlardı.
Birbirlerinin tabaklarından yiyerek, bölüşerek yemeklerini bitirdiler. Zaman çok hızlı geçmişti. Yemeklerinin ardından ara sokaklarda dolanmışlar, hediyelik eşyalar dükkânlarından sevdikleri için bir şeyler almışlardı. Ayrıca gece orada kalmaya karar verdikleri için kendilerine birer pijama takımı almışlardı.
Akşamın karanlığı çökmüş, yıldızlar gökyüzünde belirmişti. Jeno'yu en çok heyecanlandıran kısım gelmişti. İnternetten araştırdığı kadarıyla "Yıldız tepesi" adı verilen yıldızları izleyebilecekleri bir yer vardı. Adresini aklına kazımış, ezbere adımlarla Jaemin'i çekiştirerek ilerliyordu. Jaemin ise bu acelesini anlamıyor, sadece gülümsüyordu.
Sonunda tepeye vardıklarında Jaemin gözlerine inanamamıştı. Karşılarında bir uçurum vardı ve gökyüzü yıldızla dolmuştu, gördüğü en yıldızlı geceydi. Gözlerini gökyüzünden ayırmadan, "Jeno.. Bu, bu mükemmel." dedi. Jeno çimlerin üzerine kendisini bıraktı, Jaemin de aynı şekilde. Kafalarını da ılık çimlerin üzerine yaslamış, gökyüzündeki yıldızları izleyen iki genç sessizlik içindeydi.
Jeno sessizliği bozarak, "Jaemin, ben seninle olmayı çok seviyorum. Senden önce güzel bir hayatım yoktu, bana renk getirdin. Sensiz bir hayatı düşünemez oldum. Ben siyahtım, sen ise pembe. Siyah pembeye aşık oldu."
Jaemin, yıldızlar yerine Jeno'yu izlemeye başladı. Hayatında bu kadar güzel bir insan varken neden yıldızlara bakma ihtiyacı duyuyordu ki? Jeno onun kurtuluşu, mutluluğu, sığındığı limanı ve hatta yıldızıydı. Kesinlikle Jeno'nun hisleri karşılıklıydı, pembe de siyaha aşıktı.
“Seni seviyorum Jeno.„
bir hikayenin daha sonuna geldik. :") beni bu yolda desteklediğiniz için teşekkür ederim, diğer hikayelerimde de sizinle yürümek isterim.. yorumlarınızı bekliyorum.
nct ile kalın:')