Soğuk kanlı gecenin kör karanlığında sokakta dururken yüzüme çarpan dondurucu rüzgarla boğuşmaktaydım. Polis arabasının sireni adeta sinek uçsa sesi duyulacak kadar sessiz olan gecenin tüm suskunluğunu bozuyordu ve hatta delip geçercesine kulaklarımda kötü bir yankı bırakıyordu. Sokağın ortasında bizden başka hiç kimse yoktu, fakat insanlar camlarına çıkmış sanki bir korku filmi izliyormuş gibi merakla bize bakıyorlardı. Polisler etrafımızda bizi işlerine yarayacak bir şey söylememiz için bekliyorlardı ve sinirlerinden olsa gerek başını, gözünü oynatıp duruyor, sıkıntısını ve öfkesini yüzünde belli ediyorlardı. Bir an önce işlerini bitirip evlerine gitmek ister gibi bir hâlleri vardı. Fakat hiçbiri bizi anlayacak kadar düşünceli değildi.
Sokak; taşlarıyla, çizgileriyle, soğukluğuyla kendini tanıtır ve bu sokak bana bir katili örtbas etmek için uğraşan bir yardımcı gibi görünüyordu. Dar ve sonu yokmuş gibi uzun olan sokağın başından karanlık bir silüet bize yaklaşana kadar her şey sakindi. Daha da yaklaştıkça nihayet gördüğüm şeyin bir insan olduğunu anladım.Gördüğüm kişinin karanlık arasında pek seçilmemekle birlikte dağınık saçları vardı. Yüzü pek seçilmiyordu ancak 40-45 yaşlarında birinin olduğunu görebiliyordum. Kendi kendine bir şeyler konuşuyor sorular soruyor sonra gülüyordu. Ben ise tüm bu olanları görüyor ve duyuyor olmakla birlikte içimde biraz korku biraz endişe vardı. Biraz sonra yanımıza gelince bu kişinin Dedektif Morris olduğunu gördüm. Şapkasını kaldırdı ve bir selam verdi. Yüzünde alaylı ama bir o kadar da ciddi bir bakış vardı. Haki tonlarda trençkotundan ufak bir defter çıkardı ve sayfalarını kontrol etti. Kafasını kaldırıp, derin bir nefes aldı.
"Saat gece yarısını bir hayli geçmekte ve annen senin hala dışarıda üstelik etrafının polislerle çevrili olduğunu duyarsa ne yapar düşünebiliyor musun, Bayan Seamair?" Gözlerimin içine odaklandı, sinirliydi fakat işine iyi konsantre olan bir adamdı. Her ne kadar kendisini sevmesem de bu yönünü takdir ediyordum, kim bilir bu soğukkanlı davranışlarıyla ve ciddi oluşuyla kaç olayın üstesinden gelmişti, düşünmeden edemedim. Boğazımı temizledim ve en az onun kadar ciddi bir ses tonu yakalayabilmek için kendimle boğuşuyordum. Yanımda korkudan deliye dönmüş fakat tek kelime söylemek için bile ağzını açamayan Lauren'ı görmezden gelmeye çalışarak cevap verdim.
"Dedektif Morris, şu an zamanı ve yeri değil de içinde bulduğumuz dehşet verici olay hakkında bize sorular sormanız gerekmiyor mu?" Sesimin kedi mırlaması gibi korkmuş çıkmasına lanet okudum. Dedektif Morris'e odaklandığımda güldü ve kafasını salladı. "Tabii."
"Olayı bana ayrıntılı bir biçimde anlatabilir misiniz Bayan Seamair? Tabii sizin için bir sakıncası yoksa." Elindeki defteri sıkıca tutuyordu. Sözleri beni deliye döndürüyordu.
"Siz...nasıl böyle bir şey düşünürsünüz. Arkadaşımı görmüyor musunuz? Ben neden ona ve kendime böyle korkutucu bir şey yapayım ve üstelik bundan ne kazanabilirim söyler misin bayım?"
"Sakin olun, haddinizi aşıyorsunuz. Karşınızda bir dedektif olduğu unutmayın, hanımefendi." Kalemin kapağını açtı ve defterine bir şeyler yazmaya başladı. "Sizi bekliyorum, anlatın." Derin bir nefes aldım ve bu gecenin bir an önce bitmesi için tanrıya dua ettim.
"Biz, dışarı çıktık, annemden de izin aldık. Her zaman yaptığımız bir adet olan kızlar gecemiz vardı. 38.Caddenin tam karşısında bulunan BlackMagic'e girdik. İçerisi her zamanki gibi gürültülüydü ve duvarlar siyah taş görüntüsüyle kaplanmıştı. Her tarafında korkunç maskeler asılıydı. Kısacası içerisi bir korku filmi gibiydi. Bugün kendimi pek iyi hissetmiyordum, midem sanki yanıyordu. Bara doğru yürüdüm ve bir içki aldım, ilk içişte boğazımda yanık bir tat bırakmıştı, ikinci, üçüncü içişte bu tat hoşuma gitmeye başlamıştı. Saat yaklaşık 11:30 du, daha gece yarısı olmamıştı. Birbirine sürünen gençleri görünce midem kalkmıştı. Böyle şeyler bana göre değildi, bunu çok iyi biliyordum. Lauren'ın yanında gidip onu dışarı çıkması için ikna ettim. Dışarı çıkınca ucra bir köşede midemi boşalttım. Daha sonra arabamıza atlayıp evin yolunu tuttuk. 42.sokağa girdiğimizde çığlık sesi duyduk. İlk önce korkudan yolumuza devam etmek istedik fakat yine bir çığlık sesi duyduk ki bu bardağı taşıran son damla oldu ve arabadan indik. Sokaktan biraz ilerleyince iki binanın arasında beyaz fakat kirden siyaha dönüşmüş olan tel örgü vardı. Bazıları kopmuştu. İlerlediğimizde baştan aşağı siyahla kaplı arkası dönük bir adam vardı. Elinde ise...bıçak. Ve bu bıçaktan kan damlıyordu." Lauren ağlamaya başladı. Ben hala olayın etkisinden çıkamamışken onun tam yanımda böyle ağlaması, beni daha çok sıkıntıya düşürüyordu. "Kanı gördüğümüzde çığlık attım. Arkasını bize döndüğünde suratı gözükmüyordu. Fakat yerde yatan bir kadın ceseti vardı, ve çıplaktı. Hızla koşarak kırmızı arabama bindik ve son gazla ilerledik." dedim içimde tuttuğum nefesi vererek.
"Peki, üzerinde dikkat çekici bir şey yokmuydu? Bir leke, veya renkli bir şey?"
"Var...vardı. Sanırım sağ kolunun bileğinde bir yonca dövmesi vardı. Siyah bir yonca."
Dedektif Morris, siyah arabasıyla bizi evimin önüne bıraktı, bu seferlik bizi affettiğini, anneme hiçbir şey söylemeyeceğini ve eğer tek bir şey daha olursa anında anneme her şeyi ufak detayına kadar anlatacağını söyledi. Kapının önüne geldiğimizde merdivenden yukarı çıktık. Kapıyı vurmaya gücüm kalmadığı için zili çalmayı tercih ettim. Kapı açıldığında annem, şaşırmış bir şekilde bize bakıyordu. "Siz.. bu saatte dışarda ne arıyorsunuz!" Gözlerimi yere sabitledim ve bir şey demeden içeri girdik. "Anne, bunu sabah sakin kafayla anlatsam olur mu? Şu an çok yorgunum." Merdivenlerden yukarı çıkıp odama girdiğimizde Lauren kendini yatağıma attı ve ben de çalışma masamın sandalyesine yayıldım. İkimizde birbirimize ölü gibi bakıyor ve konuşma cesareti bulamıyorduk. Odam küçüktü fakat açık renkli eşyalar biraz olsun büyük gösteriyordu. Odamı incelemeyi kesip konuya girmeye çalıştım.
"Lauren, adamın yüzünü görebildin mi?"
"Hayır." dedi soğuk ifadesiyle. Korkudan ölüyordu.
"Neden böyle bir şey yapmış olabilir?"
"Belki, karısıdır. Ya da intikam almış olabilir. Veya bir tecavüz...tecavüz etmiş olabilir ve sonra kimseye anlatmasın diye öldürmüş olabilir." Bu düşünce vücudumu kaskatı etti. Olayları gözümde canlardırdığımda bile içim dışıma çıkıyordu.
"Ya bizim çevremizdeyse, ya sıra bizdeyse?" dedim. Gözlerimi kapattım. Keşke bugün hiç dışarı çıkmasaydık. Keşke bunlar hiç yaşanmasaydı. Karşımda duran aynada yansımama baktım, rimelim akmıştı, gözlerimin altı şişmişti, kısacası korkunç gözüküyordum.
"Mia?" Yatakta oturan Lauren'e baktım.
"Efendim?"
"Bunu atlatacağız öyle değil mi?" Başımı sallamakla yetindim. Yanına gidip yatağa oturduğumda bir süre yüzüne baktım. Sıkıca sarıldım.
"Bence uyusak iyi olur, şimdilik her şeyi unut. Ya da en azından unutmayı dene."
Yatağa yatıp üzerimizi örttüm. Tavana bakıp bugünü süzgeçten geçirdim. Adamın yüzünü seçemiyordum fakat kaşında bir çizik vardı sanki. Bileğinde de siyah bir yonca dövmesi. Neden bir katil böyle bir dövme yaptırsın ki? Cesedi gözlerimde canladırdığımda tüylerim ürpermişti, gözlerimi kapatmayı denedim fakat yatamıyordum. Ceset, yonca, çizik. Ceset, yonca,çizik. Ceset, yonca, çizik. Belki bir ipucu bulma umuduyla fısıldadım. Saate baktığımda gece 4'tü. Yataktan kalkıp açık bıraktığım pencereyi sıkı bir şekilde kapattım, elimi yüzümü yıkamak için ışığı yakıp lavaboya girdim. Musluğu açtım ve yüzüme soğuk su çarpınca ferahladım. Bir havlu yardımıyla yüzümü sildim. Başımı kaldırıp aynaya baktım ki o an da hiçbir zaman yaşamadığım bir korku vücudumu ele geçirmişti. Ayna da bir... bir yonca resmi çiziliydi, rengi ise.. siyahtı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Yonca
RomansBir katili suç işlerken izlediğinizi düşünün.. Dehşet verici bir olay. Bu olaylar aklınızı alacak! On altı yaşındaki Mia Seamair ve en yakın arkadaşı Lauren Dubh o akşam bir Kızlar Gecesi planlarken düştükleri durum onların hayatlarını değiştirecek...