6

18 0 0
                                    

"Gecenin karanlığı gündüzün habercisidir."

Dışarıda kurt ulumaları, içeride bu işe yaramaz yatak, üstte kir nedir bilmeyen bir baca. Ne çok şey düşündü Ozan o gece. Annesini, babasını, kurtları, Hikmet amcasını. Belki de bir rüyaydı bu olanlar, başına gelenler. Belkilerle yaşar insan hayatı. O gün yedikleri yemekte Hikmet, Ozan'a burada kuşların da bol olduğunu söylemişti. Ne yapardı ki o kuşlar. Yazık, oradan oraya uçup yemek arıyorlar. 

Ozan kafası dağınıkken birdenbire bir kuş sesi duydu. Pek takmadı kafaya ama ikinci bir kuş sesi daha duyunca hafif korktu. Eskiden eve neredeyse hiç girmezdi. Hatta bazen geceleri ormanda bir ağaca yaslanır, ısınmak için de altına yaprak atar ve orada birnevi kendi yatağını yapardı. Orada uyumanın verdiği hazın kendi yatağında uyuyup aldığı hazdan daha fazla olduğunu düşünür ve kendini bu düşünceye kaptırıp haftada iki veya üç kez ormanda yatar. Hele bir ağacı vardır ki vazgeçemez. Her gün oraya gider, uzanır. O ağaçtan da kuşlar hiç eksik olmazdı.

Ozan bu anılarını düşünüp nedensizce gülümserken bir kuş sesi daha duydu. Artık iyice korkmaya başlayan Ozan, yatağından kalktı. Daha sonra ne yapacağını bilemediği için tekrar yatağına yatıp battaniyesini üzerine örttü. Korktuğu için garip bir soğukluk, bir üşüme duygusu sardı vücudunu. Üşümüyordu aslında. Vücudunun ona oynadığı bir oyundu bu sadece. Kalbi deliler gibi güm güm atıyordu. En son ne zaman böyle atmıştı acaba?

Gece Ozan için uzun geçmişti. Bütün gece uykusuz kaldığı için uyuyamamış, sabahın ilk ışıklarını görünce korkusunu yitirip uykusunu aklına getirmişti. Hikmet ise bütün gece rahat yatağında rahatça uyumuş, sabah olduğunda da dinç bir şekilde kalkmıştı. Merdivenlerden aşağı inerken bir gariplik sezmişti Hikmet. Ozan daha küçüktü. Neden hala uyanmamıştı? İlk başta odasına girmek istemedi. Kahvaltı hazırlamak için mutfağa doğru geçerken kapının kilidi dikkatini çekmişti. Kapı kilitli değildi. 

-Sonradan açtım herhalde, dedi kendi kendine.

Mutfağın kapısını açıp içeri girdi. Dolapta domates, salatalık vardı. Doğrayıp üzerine biraz dağ kekiği döktü. Her mayıs ayında dağ kekiği için köye inerdi. Tadını çok sevdiği için kilo kilo alır. Bazen de kaşıklayarak bitirirdi kekiği. Dolapta bir de siyah zeytin gördü. Onu da alıp sofrasını kurdu. Yıllardır yer sofrasından şaşmamıştı. Çayını da yapınca artık yemenin zamanı gelmişti. Ekmeğini domates ile dolduruyor, yanında da salatalık ve zeytin yiyordu. Küçüklüğünde hep her şeyden eşit yemeye alıştırıldığı için hepsinden azar azar ve eşit miktarda yiyordu. Yaklaşık 15 dakika sonra kahvaltısını bitirdi. Kalkıp elini yıkadı. Sofrayı toplamadı çünkü birazdan Ozan uyanabilirdi. Tekrar sofra kurmakla uğraşmak istemedi. Dışarı çıkıp Ozan'a yeni bir yatak alacaktı. Ozan'ın uyanmasını bekledi ama uyanmadı. Bunun üzerine Hikmet paltosunu giyip dışarı çıktı. Köye indi. Zaten köyde bir tane mobilyacı vardı. O da zevkten açmıştı. Dükkanında hep modern şeyler vardı. Parası olan alırdı. Hikmet'in de parası yoktu ama Ozan'a alacağı için en iyisinin olmasını istedi. İçeri girince dükkanın sahibi Görkem onu karşıladı. Üzerinde nereden alındığı bilinmeyen kot pantolon, üstünde ceket vardı. İnsan kendini ayakkabılarıyla ifade eder derler. Görkem ise sırf buna inat eski püskü bir ayakkabı giyiyordu. Görkem ayağa kalktı:

-Oo Hikmet abi. Uğrar mıydın buralara?

-Bir yatağa ihtiyacım var. Yaylı olanlar var ya.

-Bazadan mı söz ediyorsun?

-Avrupa malı olan işte.

-Tamam abi. Gel, onlar arkada.

-Ucuz ver ha.

SİLİK GERÇEKLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin