7

15 1 0
                                    

"Bilinmeyenlerden bilinmeyenlere..."

Ozan, kapıya doğru yanaştı. Hikmet'i yerde baygın görünce adamın bir şey yaptığını zannetti. Adamı eve aldığına pişman oldu. Koşa koşa aşağıya indi. Mutfağı karıştırırken eski mi eski bir oklava buldu. O kadar az kullanılmıştı ki hala parlıyordu ama üzerinde örümcek ağı kaplıydı. Ozan eline oklavayı aldığı gibi Hikmet'in odasına çıktı. Kapıyı aralıklı halden biraz daha iterek görüntüsünü iyileştirdi. İçinden saymaya başladı: "1.... 2..... 3.....". Kapıyı ayağıyla itip adamın kafasına geçirdi oklavayı. Hikmet'e baktı. Hala baygındı. Yüzü bembeyazdı. Adama bakmak istedi. Yüzü örtülü olduğu için tam görememişti. Yüzündeki bezi açmaya başladı. Adam, bezi kafasına doladığı için açması biraz zor oldu. Gördüğü kişiyi daha önce hiçbir yerde görmemişti Ozan. Yüzü çok yabancıydı. Siması adeta bir Amerikalı'yı andırıyordu. 

Ozan'ın vurduğu yer şişmiş, mosmor olmuştu. Sonra aklına Hikmet geldi. Arkasını döndü. Hikmet, hala baygın bir şekilde yatıyordu. Aşağıdaki tulumbadan su alması lazımdı Ozan'ın. Aşağı inerken kendi kendine söyleniyordu:

-Ya hayır neden alırsın ki adamı içeri? Bırak gitsin işte, fakirim falan de. Şimdi eve biri girse kabak bana patlayacak.

Tulumbanın yanına geldi. Daha önce tulumbadan çok su çekmişliği vardı ama bu tulumba diğerlerine benzemiyordu. Kolu aşağı yukarı indirmek yerine sağa sola çevirmek gerekiyordu. Ozan, tulumbanın kolunu çevirirken aklına annesi geldi. Ne de güzel un yapardı. O unla ne güzel börekler, çörekler, kurabiyeler, bisküviler, ekmekler yapardı. Annesinin yaptığı yemekler çok güzeldi. Sonra aklına annesi ekmek yaparken kenarıdaki ekmekleri çaldığı gün aklına geldi. Bir gün annesi yine ekmek yaparken babası da dışarıdaydı. Ozan, dışarı çıkmak için hazırlanırken burnuna ekmeğin mis gibi kokusu kondu. İstemsizce mutfağa doğru yöneldi. Annesi odanın bir köşesinde ekmek yapıyor, yaptığı ekmekleri de diğer köşeye atıyordu. Ozan, annesine sorular sormaya başladı:

-Anne! Ekmek alabilir miyim?

-Sadece bir tane tamam mı? Akşama misafir var. Ekmek gerekiyor. Unumuz da fazla kalmadı zaten. İdareli kullanmalıyız. Tamam mı oğlum?

-Tamam anne. Sadece bir tane, dedi Ozan üzülerek. İstediği bir şey olmadığında annesine ve babasına bakarak üzülmüş taklidi yapar, hiçbir şey yiyip içmezdi. Şimdi de yine o moda girmişti. Sonra devam etti:

-Neyse ben de bir tane ekmek alayım, umarım bir taneyle acıkmam. Acıkırsam sonra ne yerim? Değil mi anneciğim?

-Al haydi bir tane daha al.

-Tamam anneciğim, teşekkür ederim, dedi Ozan. İstediği yine olmuştu. Ama Ozan ikinci ekmeği alırken bir tane daha değil, üç tane daha almıştı. Yani evden çıktığında yanında dört ekmek vardı. Annesinin bunu fark etmesi pek de uzun sürmedi. Ozan kapıyı kapatınca evden bir ses geldi:

-Ozaaan! Yine mi ekmek çaldın?!

Ozan birden fazla duyguyu içinde yaşayarak kaçmaya başladı. Sanki vücudunun bir tarafı korkuyor, bir tarafı gülüyordu. Tabii ufak bir tarafı da açtı. Yine ormana gitti. Bütün gününü geçirdiği ağacına yaslanıp kuru kuru ekmekleri yemeye başladı. Tadı çok güzeldi. Annesi yaptığı ekmeklerin üzerine tat versin diye tereyağı da sürerdi. 

Akşam olduğunda Ozan eve doğru geldi. İçeride misafirlerin olup olmadığına bakmak için pencereye çıktı. Perde kapalıydı. Pek az görülüyordu. İçeride Sevim teyze ve Naciye teyzeyi seçebiliyordu. Bir de Naciye teyzenin çocukları Metin ile Ali vardı. Ozan, onlarla oynamayı çok severdi. Annesine söylenmeye başladı:

-Neden Ali ve Metin'in annesinin geleceğini söylemedin ki anne? Misafir deyince ben de yine şu garip kadın grubunuz sandım. Ah anne ya ah.

Ozan, içeri girse annesi kızacaktı. İçeri girmese de Ali ve Metin'le oynayamayacaktı. Sonra eninde sonunda eve gireceğini aklına getirdi. Hem nasıl olsa misafir vardı, annesi ona bir şey yapmazdı. Kapıyı çaldı. Kapıyı çaldıktan sonra aklına çok daha kötü bir şey geldi. Babası. Babasını hesaba katmamıştı. Çok kızacaktı. Bunları düşünene kadar kapı açıldı. Kapıdaki babasıydı. 

İçeri girerken babası hiçbir şey demedi. Annesi de onu görünce hiçbir şey yapmadı. Ozan'ın kafası karıştı. Birkaç dakika sonra ise odasına girip Ali ve Metin'le oynamaya başladı. Ozan o günü hiç unutmazdı.

Tulumbadan çektiği su kovayı tamamen doldurunca içeri geldi. Merdivenlerden çıkarken aynı zamanda o büyük kovayı taşımak Ozan için zor oldu. Basamakları bitirince nefes nefese kaldı. Yerleri de ıslatmıştı. Odadan içeri girdi. Kapı hala açıktı. Maşrapayı kovaya daldırıp çıkardı. Damlayan sular adamın yüzüne düşüyordu. Ozan adamın birden kalkacağını düşünerek korktu. Maşrapayı hemen Hikmet'in kafasına döktü. Hikmet, aniden üzerine gelen suyla ne olduğunu anlayamadan uyanıverdi. Yanındaki Ozan'ı görünce şaşırdı:

-Sen mi attın suyu?

-Evet.

-İyi yaptın oğlum.

-Sen niye bayıldın Hikmet amca? Hikmet ilk başta düşündü. Sonra içinde tuttuğu şeyi söylemeye karar verdi:

-Şu karşındaki adam var ya, dedi karşılık beklermiş gibi. Ardından devam etti:

-O benim eskiden bir düşmanımdı. Aslında yaşı büyüktü. Nasıl böyle görünüyor bilmiyorum. Ama tanıdık işte. İnsan unutamıyor. 

-Neden düşmandınız ki?

-Onun babası çok zengindi. Oğluna da bir Mercedes almıştı. Oğlu meğerse her gün benim kızımı evden alıyor, akşam da o getiriyormuş. Tabii bunlar yıllar önce olan olaylar. Sonra birgün ben bunları gördüm.

Bu hikaye Ozan'a çok tanıdık geliyordu. Önceden Sevim teyze de ona anlatmıştı bu hikayeyi. Ozan bir soru sormak istedi:

-Onun adı Kenan mı?

Hikmet'in yüzü dondu kaldı. 

-Nereden biliyorsun?

-Ben senin yanına senin kızının yanından geldim.

-Neden bahsediyorsun?

-Senin kızın benim annem ve babam öldüğünde bana sahip çıktı. Ama öldürenin senin torunun olduğunu öğrenince evden kaçtım. Sonra evden bağırma sesleri geldi. Ben ona sinirliydim. O yüzden gitmedim.

-Ne zaman oldu bunlar?

-Senin yanına gelmeden bir gün önce.

-Ve bana şimdi söylüyorsun.

-Neden sana da söyleyeyim ki. Senin o Hikmet olduğunu nereden bileyim?

-Ne 'O Hikmet'?

-Kızını döven Hikmet, damadını kesen Hikmet. Daha sayayım mı?

-Kim söyledi sana bunu?

-Sevim teyze.

-Yanlış söylemiş.

-Doğrusu mu var adam öldürmenin?

-O adam mı peki? Bizim oralarda kızını alıp kaçanlara adam denmez. Pisliğin önde gideni denir, dedi Hikmet. Tartışma iyice alevlendi. Hikmet,yanındaki kovayı alıp Ozan'a atacakken Ozan, ölen diğer adamın yanındaki oklavayı Hikmet'e vurdu. Hikmet baygın düştü. Sonra Ozan Hikmet'in yavaş yavaş kalktığını görünce çok sert bir şekilde ağzına vurdu. Hikmet yere düştü, kafasını yatağın kenarına çarptı. Kafasından kanlar gelmeye başlamıştı. Ozan durumu anlayınca korktu. Hemen aşağıya indi. Elini yıkadıktan sonra aynaya bakakaldı. Gidemedi. Artık tamamen yapayalnızdı...


<|<SON>|>

SİLİK GERÇEKLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin