Bölüm 2

958 57 10
                                    

                                       

Günün en güzel saati; sabah vakti gelmişti. Belki de benim için günün tek meşgul saati olduğu için olabilir. Gözlerimi açtığımda ölmemiştim. Bazen mutlu olmak için  bu bile yeterli olabiliyordu. Yataktan fırladım  ve iki çift giysimden birini seçtim. Yukarı kata çıktım ve mutfakta çay yaptım. Babam da geldi ve çaydan kocaman bir yudum aldı. Dolabı açtım, hiçbir şey kalmamıştı! Tek açık market bile kalmamıştı, ne yapacaktık?

“ Iıı, baba , acil durum.”  dedim ama beni anlamadı.

“Stoklar tükendi, ne yapacağız?”

Babam bir daha bakmak için dolabı yeniden açtı ve bana inandı.

“ Gece, ben yemek- yemek dediği birkaç tane konserve kutu- almak için  takasa gidiyorum. Okuldan geldiğinde çayla yetinmek zorundasın.

Okul dediği de okul olsa! Birkaç haftadır sadece ben gidiyordum.

“ Hoşça kal baba.” dedim ve kapıyı kapattım.

İnsanlar gitmişti, ancak çöplerini bırakmışlardı. Yerler pis ve çöp doluydu. Okula gitmem için uzun yol boyuna yürümem gerekiyordu. Yine yakıcı bir sıcak vardı. Okula vardığımda kapıları açmaya çalıştım. Çok ilginçti. Yeniden denedim ama olmadı. Camların içine baktım. Öğretmen içeride değildi. Bu gerçekten çok ilginçti çünkü okulda zaten iki oda vardı. Sınıf ve öğretmenler odası. Arka tarafa doğru gittim. Arka tarafta okulun kapatıldığıyla ilgili bilgiler vardı. Bunları okurken dehşete kapıldım. Tek mutlu- ve yalnız olmadığım-olduğum  yer kapanmıştı. Gerçekten, okul kapanmış mıydı? Ne yapacağımı bilemedim ve okul kapısını birkaç kere tekmeledim. Yine, yine ve yine tekmeledim. Okulum kapanmıştı yani bu tüm gün evde duracağım ve sıkıntıdan öleceğim zamanı arttırmak demekti. Burada yapacağım bir şey kalmadığına göre, eve gitmeliydim. Gerisin geri yürümeye başladım. Eve doğru uzun bir yol  ve bir daha asla bu yoldan yürüme. Bu o kadar kolay mıydı? Hayır, hayır bu hiç kolay değildi. Tüm yol boyunca sessizce yürüdüm ve bunları düşündüm. Eve geldim ve kapıyı yavaşça açtım. İçeri girdim ve hemen kendimi eski ve tozlu koltuğa attım. Okulum kapanmıştı. Yani artık yapacağım hiçbir şey yoktu. İçimde kıpırdayan en küçük umut tanesi de zerresine kadar kalmamıştı artık. Hayatım bitmişti. Aslında okul kapanmasaydı da bu böyleydi ama gerçekler bu sefer yüzüme vurmuştu ve çaresizlik işte şimdi bu farkındalıkla umudun yerini almıştı. Ağlıyordum. Hem de sesli ağlıyordum ve bu çok fazla olmazdı. Saatlerimi bunu düşünerek ve ağlayarak geçirdim. Artık gücüm kalmamıştı ve ne yapacağımı bilmiyordum. Hava karardığında babam geldi. Dur bir dakika, babam gülüyor muydu? Bu kadar mutsuzken babamın gülümsemesi gücüme gitmiş olmalıydı ama bu yanlıştı. Ağladığımı belli etmemeye çalışarak babama bir şey demeye çalıştım.

“Merhaba baba, işler nasıl gitti?” Dedim mutlu bir ifade takınmaya çalışarak ama maalesef olmadı.

“ Harikaydı canım. Şu zaman makinesi olayı galiba bitmek üzere ve biz yarın ilk olarak bir fare göndereceğiz ve birkaç saat sonra ikincisini. Umarım deney yolunda gider ve her şey eksiksiz giderse bir düşünebiliyor musun? Biz kurtulabiliriz Gece!” Babam o kadar mutluydu ki her şeyi bir anda söyleyivermişti. Açıkçası ben de mutu olmadım değildi. İlk önce babamın delirdiğini ve zaman makinesinin gerçekten işe yaramayacağını düşünmüştüm ama şu anda …  çok çok mutluydum! Babamdan bulaşan bu mutluluk dalgasından sonra babamla delice dans ettik. Bunu yıllardır yapmıyorduk ama mutlu olduğumuz zaman bazen biz bunu yapardık ve annem de gülerek “Kesin şunu!” derdi. Bunu yeniden yapmak bana güç vermişti. Sonra babama bir ton soru sormam gerekiyordu ve buna hemen başlamalıydım.

“ Baba, ya yarınki deneyler işe yaramazsa?” Ortamı bozmak istemiyordum ama bunlar gerçeklerdi. Babamın yüzündeki mutluluk silindi ve yerine ciddi bir düşünme ifadesi geçti. 

“ Gerçekten bilmek istiyorsan, başka hiçbir seçeneğimiz yok.” Babam bu kadarını söyledi ve yerine oturdu. Zaman makinesi mi? Çılgınlıktı bu! İşe yaramazsa bizim yaşamımız son bulacaktı. Ben de şu anda söylenmesi gereken en normal şeyi söyledim.

“O zaman, beklemekten başka çaremiz yok.” Daha sonra aklıma geldi. Okulun kapandığını söylemeye fırsat bulamamıştım.

“Baba, bu arada, okul bugün kapandı. Yani kapıda öyle yazıyordu.” Başka ne söyleyebileceğimi bilemedim. Her şeyin bu hala olduğuna inanamadığım zaman makinesine bağlı olduğunu mu söylemeliydim? Hayır, bu ona baskı yapmaktan başka bir şey olmazdı. Bu yüzden susmayı seçtim. Babam üzülmüştü ve bir şeyler düşünüyor gibiydi. Gerçi her zaman öyle gözüküyordu.

“Ben, ne diyeceğimi bilemiyorum…” dedi babam üzgünce. Ortamı daha fazla germenin anlamı yoktu.

“Hadi, yemek yiyelim.” dedim. Günün devamı rutin geçti. Yemek yedik ve yataklarımıza çekildik. Yarın tüm hayatımı belirleyecekti. Ölmek veya  yaşamak. Bu çok önemli bir konuydu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Tüm gece gözüme uyku girmedi. Hangi insan uyuyabilirdi ki? Kafayı yemek üzereydim. Hem de ciddi bir şekilde.

Sabah oldu ve babama çay ve konservede bezelye ısıttım. Yedi ve çok heyecanlı bir şekilde işe gitti. Evde yalnız kaldım ve daha sonra tüm tırnaklarımı yiyerek ve geleceği düşünerek geçirdim günümü. Ta ki tırnaklarım bitene kadar. Hiç arkadaşım yoktu, annem nerde bilmiyordum, yaşayacak mıyım onu bile bilmiyordum. O kadar saçmaydı ki her şey! Sonra koltuğa uzandım, düşündüm ve sağa döndüm. Pinekledim ve uyumaya çalıştım. Ama uyuyamıyordum işte. Akşamı beklemekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Saatler saatleri kovaladı ve babam geldi. Babama büyük bir dikkatle baktım ve yüzünden neler olduğunu anlamaya çalıştım çünkü bir şey demeye cesaret edemiyordum. Babam mutlu gözükmüyordu ve bu benim hiç hoşuma gitmedi. Hemen bir şey söylemek zorundaydım.

“ Baba? Neler olduğunu anlatacak mısın?” Ne diyeceğini düşünüyor gibi bir hali vardı ve birden konuştu.

“ Tatlım, işler pek yolunda gitmedi ve… nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.”

“Lütfen hemen neler olduğunu söyler misin?” dedim sinirli ve meraklı bir ses tonuyla. İsteksizce cevap verdi.

“ Sabah ilk olarak bir fareyi zaman makinesiyle yolladık ve başarıyla gitti.” Tam gülümseyecektim ki babam sözüne devam etti.

“ Ama görünüşe bakılırsa zaman makinesi sadece bir canlı taşıyabiliyor. İkinci fare gönderildikten 2 dakika sonra ölü olarak geri döndü. Şimdi ise zaman makinesi çalışmıyor.” Şimdi ağlayabilirdim işte. Çünkü artık öleceğimin garantisi vardı ve istediğim kadar ağlayabilirdim. Ama babam söze devam etti.

“ İnsanlar zaman makinesi yapmaya çalıştığımızı duymuş ve herkes işyerimizin etrafında. Elinde silah olan bile var. İnsanlar kudurmuş ve deli gibiler Gece! Ne  yapacağımı gerçekten bilmiyorum, çok çok üzgünüm.” Babam iki eliyle yüzünü kapadı ve görünüşe bakılırsa ağlıyordu. Ona sıkıca sarıldım ve galiba ben de ağlıyordum. Kısık bir sesle “ Ne yapacağız baba?” dedim ve artık ne yapacağımı bilmiyordum odama koştum ve yatağıma girip seslice ağlamaya başladım. Kimse beni yargılayamazdı. 14 yaşında küçük bir kızdım ve ölmekten korkuyordum. Hem de dünyanın sonunu görerek ölmekten bahsediyorum. Acı çeke çeke ölecektim. Yavaş yavaş.

GeceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin