3 • dudakların lekeli

4K 395 161
                                    

üçüncü bölüm; dudakların lekeli, yine yalan söylüyorsun

zayn/it's you

•••

Bir ilişkinin beşinci adımı sınırlardır. İki tarafın da çizgilleri sınırlar dışarısındakiler tarafından zarar görmemesi için bir çizgi çekilmesi zorunludur. Keskin bir çizgidir.

Park Jimin okulda popüler olan kesimdendi. Fazlasıyla arkadaşı vardı, alakası olmayan bölümlerdeki öğrencileri de tanıyor, kısa da olsa bir muhabbeti geçiyordu. Her olan biten masanın etrafında dönüp dolaşıyor, birilerine malzeme oluyordu. İkimiz arasındaki hiçbir şeyin birileri tarafından zedelenmesini istemiyordum. Jimin'in arkadaş ortamı bunu müsait kılıyordu.

Kafalarımızın denkleştiremediğimiz bazı şeyler vardı, bunun farkındaydım. Mesela ben kalabalığı sevmezdim, o kalabalığa aitti. Sessizlikten zevk alırdım, o sessizliği boğucu bulduğunu söyler, buna engel olurdu. Yine de yalnızca ikimiz varken vücudumuzu esir alan o kalp ritimleri en güçlü gürültümüz oluyordu, Park Jimin bu sessizliğe bile fısıldıyordu. Yalnızca ikimiz varken, her şey ve herkesten soyutlanmış haldeydik.

Şimdi bu sessizliğin esiri olarak parmaklarını avuç içlerime sürtüyordu, dudaklarını kenetlemiş ve buruk bir gülümseyişe sahipti. Gözleri hafif kanlanmıştı buna rağmen kıvrımlı kirpikleri ağır ağır kapanıyor, ihtişamlı gözbebekleri gözlerime dikiliyordu.

"Okulda bu dokunuşlardan uzak durmalıyız," dedim, bir yerden başlamam gerekiyordu. "Okulda göz göze gelmemeliyiz, beni izlememelisin, dikkatimi sana vererek ödevlerimi unutacak kadar aptal durumuna düşmemeliyim. Arkadaşların adımı söylediğinde bir tepki vermemelisin."

"Sen benim arkadaşımsın."

"Bu yaptıklarımızı yanlış yorumlayacaklar."

Hafif bir mırıltının ardından gözlerini ellerimize çevirdi, demir yüzüklerinin süslediği parmakları yerini bulmuşçasına ellerime kenetlendiğinde iç geçirdi. "Seninle el ele tutuşmayı seviyorum."

Sessiz kaldım çünkü sınırlardan bahsederken söylediği tüm cümleler çizgilerimizin üzerine ağırlık yapıyordu, dengeyi sağlayamayacaktık.

"Son günlerde uyandığımda gördüğüm ilk yüzün sen olmasından da hoşlanmaya başladım, beraber uyumamızı da seviyorum."

"Arkadaşlar," dedim yutkunarak. "El ele tutuşur ve arkadaşlar birlikte uyuyabilirler Jimin."

"Ama adımı samimiyetsiz bir şekilde tonlamanı sevmiyorum. Taehyung'a ve Hoseok'a karşı sanki çiçek veriyormuşsun gibi neşeli bir şekilde sesleniyorsun, onlar kadar yakının olmak istiyorum."

"Jimin-ah," dudaklarımdan istemsizce dökülen adıyla gülümsemiş, yatakta azıcık aşağı doğru kaymıştı. "Bana söz ver."

"Ne için söz vermeliyim?"

"Sınırlarımıza sadık kalalım. En yakın arkadaşlar olalım, ben sana çizimlerimden bahsedeyim, sen müziklerinden mırıldan."

"Ya ben sana beste yapmak istiyorsam?"

"Ne demek istiyorsun?"

"En yakın arkadaşlar birbirine müzik besteleyebilir. Ya benim ilham kaynağımsan ve bu dokunuşların," duraksayarak elleri çenemi kavradığında yakınıma doğru geldi. "daha fazlasına muhtaçsam?"

Titreyen göz kapaklarım perdelerini çekti fakat güvensizliğim baş göstererek bileğini tutarak indirdiğimde "sınırlar," dedim. "sınırlarımızı bu yüzden çiziyoruz."

Avuçlarımda bekleyen bileğine baş parmağımı gezdirerek yavaşça okşadım. Hafif kabarıklığın üzerinde bir ritim işareti vardı ve ritim duraksarken hızla artış göstermiş, noktalı virgül ile tamamlanmıştı. İlgi çekici bir dövmeydi.

"Dövmenin anlamı ne?" diye sordum gördüğüm ilk günden beri merak ettiğim şeyi sorarak. Anlamını, dövmenin onun için anlamını soruyordum yalnızca.

"Biliyor musun," diye başlamıştı cümlesine, başı arkaya düşmüş bu sayede havalanan birkaç saç tutamı gözünün önüne gelmişti ama Park Jimin gülümsüyor ve umursamıyordu. "Bundan birkaç yıl önce bu üniversiteden içeri girdiğimde amacı ve hedefi olmayan yalnızca bir liseliydim. Sırf şehirden uzaklaşmak için okulun düzenlediği bir geziye katılmıştım ve inan bana aptal çocuğun tekiydim. O gün oraya gelip de seni görmemiş olsaydım hiçbir türlü bu halime kavuşamayacağıma inancım tamdı. Sana okulun ilk günü neden dik dik baktığımı hiç merak etmedin mi?"

"İnsanlar hoşlandıkları kadar hoşlanmadıkları şeylere de bakabilirler."

"Ama seni tanıyordum," Heyecanlı kelimeleri harflerini yuvarlamış, peltek bir hale bürünmüştü. Kendine çekidüzen verdiğinde toparlandığından emin olduğunda daha dikkatli bir şekilde konuşmaya devam etti. "O gün liselerin toplandığı bir toplantısından kaçmıştın, müzik sınıfıyla yan yana duran sınıflardan birindeydin, kapısı kapalı olsa da camından seni izlemiştim."

Kaşlarım çatmış, kuruyan dudaklarımı birbirine sürtmüştüm. "Ben olduğuma nasıl emin olabilirsin?"

"O kapıdan dışarı çıktığında kokunu net bir şekilde anımsayabiliyorum. Tutkal gibi koku sarmıştı etrafını, belki tiner, elinin kenarlarında kırmızı boya izleri vardı, okul çantanın askılarına tutunuyordun. Sanki dejavu yaşamış gibi oldum ve ben, görünmezdim. Hep öyleydim."

"Bunları anlatmamıştın," dedim kısık bir sesle. Yaşantılarından habersiz bir şekilde bugüne dek gelebilmiştik ve bizim tek konuştuğumuz abuk subuk şeylerdi. Birbirimize dair daha çok şey bilmek isterdim.

"Hadi ama her kırgın çocuğun arkasında acıklı bir hikaye vardır."

"Benim değil. Resim öğretmeni bir babam vardı, annem anaokulu öğretmeniydi. Onları öğrencileriyle paylaşmak dışında çok da can sıkıcı anılarım yok."

"Ama hala sıkıcısın."

"Hayatımdan memnunum."

"Çok monoton."

"Kırıcı oluyorsun." Karşı çıkmamla iki elini teslim olurcasına kaldırmış, aslında hiç de ummadığım bir yere noktayı basmıştı.

"O görünmez çocuğa bak. Şimdi o kadar çok arkadaşı var ki, itiraf edemeyeceği kadar sırrı var."

"Sırlarını bu yüzden kapının dışına bırakacaksın," dedim asıl konumuza dönerek. "Sınırları bu yüzden çiziyoruz. Onlardan biri olmak istemiyorum."

"Bana bir sırrını vermek istemez misin?"

Yağmurun gürültüsüne dikkat kesildiğimde şiddetle hareketlenen ağaç dallarına bakmıştım bir süre. Çığlıklar saymıştım, düşüşler, yok oluşlar. Sessizliğim bundan ibaretti, kimsenin duymaya tenezzül bile etmediği o sesleri duyabiliyordum.

Gözlerim yaşarmış, gözyaşlarım yanağımı ıslatmıştı.

Tüm bu yoğun hislerimin arasında belime sarılan kollar sıkılaştığında, kulağıma fısıldadığı o sözleri işittim. "Özür dilerim," demişti ve ardından ince kumaşın üzerinden hissedebildiğim dudakları omzumu bulmuştu. "Bazen tam bir aptal olabiliyorum."

Kabullendim. Park Jimin'i, yalanlardan ibaret hayatını, iki dudağının arasındaki zehirli kelimeleri, yakıcı dokunuşları, ışıl ışıl gözlerini tamamen kabullendim. "Sırrımız olsun," dedim başımı başına yaslarken. "Bu sınırlar, bu dokunuşlar, bu kelimeler ikimizin tek sırrı olsun."

entertainer • yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin