1.Bölüm

77.7K 41 1.2K
                                    


Hava soğuktu. Tıpkı yalnız kalmış bir çocuk gibi kaybolmanın korkusuyla patika yolda ilerlerken esen sert rüzgâr tipiyi andırırcasına karları savuruyor, ayak izlerimi siliyordu. "Acaba yolumu kaybetmeden geri dönebilecek miyim?" diye endişe ediyordum. Alacakaranlıkta ilerlerken fermuarı bozuk kabanımın içine kar ve rüzgâr giriyor, kurtlar da uzaktan uzağa uluyarak haberleşiyorlardı.

    Ormanın iç kısımlarında yakacak birkaç kuru odun aramanın beni ne denli ürküttüğünü daha önce hiç düşünmemiştim. Yıllar yılları kovalamış, saçlarıma ve ak sakallarıma düşen karlar bile beni tanınmaz edemiyordu. Kurt ulumaları eşliğinde ormanın iç kısımlarına doğru ilerlerken bir yandan da etrafımdaki kuru dalları topluyor, bir an önce dağ evimde yakacağım ateşin ısısını hissedebilmek ümidiyle karlara bata çıka, patika yolda ilerlemeye çalışıyordum. Gözüme kestirdiğim birkaç kuru odunu da koltuğumun altına sıkıştırıp tipileyen karın gözüme girmemesi için ayrı bir uğraş veriyor, eve dönüş yolunu kaybetmemek için alelacele geri dönmek istiyordum. 

Tüm uğraşlarım sonuç vermiş, korku ve endişeyle eve geri dönmeyi başarmıştım. Şimdi bağcıklarımın arasından ayaklarıma dolan karları temizleyerek bir an önce ateşimi yakmam ve dün akşamdan kalan yemeğimi ısıtmam gerekiyordu. Nasıl da midem ezilmişti? Uzun zamandır doğru dürüst yemek yemiyor, günü bir şeyler atıştırarak geçiriyordum. Topladığım odunları üzerindeki karları silkeleyerek şömineye yerleştirdim. Sigara içtiğim yıllardan kalma metal çakmağımla çırayı tutuşturduğumda çıtırdayarak yanan çıra sanki beynimi ısıtmıştı. Şöminedeki odunlar tutuştukça her bir odunun çıtırtısı içime ayrı bir ısı yayıyor, çehremi yalayarak bedenime ayrı bir can katıyordu. Evim yaklaşık yetmiş metrekare bir alana sahipti. Yarısına kadar karın tipilediği pencerenin önündeki sedire oturmuş dışarıya bakıyor, karın yağmaya mola verdiği zamanlar da uzaktaki köyün ışıklarını izleyerek firari bir yaşam sürüyordum.

Aradan geçen birkaç saatin ardından kar yağışı yeniden yoğun bir şekilde başlayarak göz gözü görmeyecek bir ortam oluşturmuştu. Yapabileceğim en güzel şey, yanı başımda yanan odun ateşinin çıtırtıları eşliğinde kar tanelerinin penceremin önünde yükselişini izlemekti. Bir müddet sonra göz kapaklarım beni izlediğim manzaradan yoksun bırakmış, bedenim uykuya teslim olmuştu. Güneşin ilk ışıkları penceremden içeri sızıp yüzüme vurunca ayaklarımın diz kapaklarıma kadar olan kısmının soğuktan uyuşmuş olduğunu hissettim. Bacaklarımı biraz ovuşturduktan sonra yattığım yerden doğrularak şömineye birkaç odun atıp yeniden tutuşturdum. Sabahın ilk saatlerinde doğanın yeniden canlanmasını ve karların üzerinde oluşan ışık parıltılarını izlemek istiyordum. Karların savrulması esnasında meydana gelen geometrik şekillerdeki ahenkli yansımalarını izlemek bana ayrı bir keyif veriyordu. Gecenin soğuk ve ayazı artık kendini güneş ışıklarına bırakmış, çatı saçaklarında oluşan buzlar neredeyse penceremi kapatacak boyuta gelerek ayrı bir güzellik katmıştı. Penceremden dışarı baktıkça sanki beni eve hapseden gümüş parmaklıklar gibi güneş ışınlarını yansıtıyorlardı.

Şehir hayatını terk edeli sadece iki ay olmasına rağmen, sanki burada doğmuş, burada büyümüş gibi benimsemiştim. Neden hayatımı o kalabalık şehir gürültüsünde, metropol koşturmacasında geçirmiştim? Dağ evim gürültüden uzak, oksijeni bol olan dağ köylerine yakın bir yamaca yapılmıştı.  Etraf çam ve ardıç ağaçlarının birkaç çeşidiyle süslüydü. Aşağı kısımlardaysa salkım söğüt ağaçların yoğun olduğu bir dere geçiyordu. Buraya ilk geldiğimde söğüt dallarının rüzgârla oluşan ahenkli hareketlerini izliyor, onlarla birlikte zamanda yolculuklar yapıyordum.

Günler birbirini kovalarken her geçen gün burayı daha çok seviyordum. Ancak kaçtığım hayat beni burada da bulacak mıydı, peşime birileri takılacak mıydı, sevdalarım ya da aşklarım hepsi mazide kalabilecek miydi? Günlerimi endişeli bir şekilde geçirirken ilkbaharın ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Sabahın ilk ışıklarıyla kuşların şarkıları eşliğinde, salkım söğüt ağaçlarının altında yürüyerek geçmişe yolculuk yapıyor, dere kenarında büyüyen yarpuz kokularını içime çekerek büyük bir huzur duyuyordum. Ne kadar yürüdüğümü bilemiyordum ancak belli ki yorulmuştum, geri dönme zamanı gelmişti.  Ahşaptan yapılmış malikâneme geri döndüğümde etrafta farklı birilerinin gezdiği belli oluyordu. Yabani bir hayvan olabilir düşüncesiyle elimdeki sopayla gardımı alarak evimin etrafında dolaştım, görünüş itibariyle bir hayvana pek de benzemiyordu. İlkbahar için hazırladığım arka bahçemde iki farklı ayak izi vardı. Acaba gelenler kimdi? Buralarda gezen sıradan birileri miydi yoksa beni mi arıyorlardı?  Değilse çitleri atlayıp pencerenin altına kadar neden gelmişlerdi? Kendi kendime kuruntu mu yapıyordum yoksa?

FirariHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin