3. Bölüm

69.4K 26 468
                                    

Erdal'ın kasabaya inmesiyle malikânemin sessizliği biraz daha artmış, Şanslı'yla yalnız kalmıştık. Hafiften esen rüzgârla birlikte gökyüzünde yer yer beyaz bulutlar dolaşıyordu. Şanslı'nın eğitimi için biraz vakit ayırmalı, sonra da kanal çalışmama kaldığım yerden devam etmeliydim.

Vakit kaybetmeden Şanslı'yı alarak dere yatağınaindim. Onun su ile mücadelesinde neler yapabileceğini görmek istiyordum. Dere kenarında yürümesine rağmen suya girmiyor, kıyısında gezip duruyordu. Tasmasından tutarak suya çekiştirdiğimde huysuzlanıyor, ıslak olmaktan hoşlanmıyordu. Sırt çantamı dere kenarında bulunan irice bir kayanın üzerine bırakıp bacaklarımı diz kapaklarıma kadar sıvadıktan sonra kendim dereye girdim. Doğa yemyeşil olmuş ancak suya bahar hâlâ gelememişti, diz kapaklarıma kadar gelen su üç beş derece var ya da yoktu. Galiba dağlık yamaçların kar suları hâlâ dereye akıyor, suyun soğuk kalmasını sağlıyordu. Birkaç dakika içinde ayaklarım buz kesmiş gibi sızlamaya başlasa da yavaş yavaş alışmaya çalışıyordum. Bir müddet alışma sürecinden sonra kıyıda bekleyen Şanslı'ya "Haydi, gel oğlum." dedim.

Şanslı gelmek istiyor ancak ayakları su ile buluşur buluşmaz geri çekiliyordu. Suyun içinden dere kıyısına kadar gelip ara ara başını okşuyor, çekiştirmeme rağmen bana direnç göstererek bir türlü suya girmiyordu. Onun suya girmesini sağlamak için bazı hileler yapsam da patilerini suya değdirmekten öte gidemiyor, zaman zaman da suya dikkatlice bakmaktan kendini alamıyordu. Galiba bugün onun günü değildi. Hem buz kesilen ayaklarımı da neredeyse hissedemez hâle gelmiştim. Daha fazla üşümeden sudan çıkarak ayaklarımı kuruması için uzatıp dere kenarındaki yeşilliğin üzerine sırtüstü uzandım.

Güneş ışıkları neredeyse bir ok gibi gözüme girmeye çalışırken tepemde duran güneş öğle vaktinin geldiğini ilan ediyordu. Kendi kendime "Tepede nereden çıktı" dedim. Öyle ya aslında güneş sabitken dünyamız dönüyordu. Bu döngüden dolayı da güneş ışınlarının yeryüzüne dik gelme saati yaklaşmıştı. Ben de içimdekine seslendim. "Onu bunu bilmem arkadaş, bak işte, güneş tepemde." Bir anda dünyayı durdurmanın, kötülüklere son vermenin bir formülü var mıydı diye sormadan edemedim. Zaten bu dönekliğe, karaktersizliğe de gıcık olmuştum.

Sinir katsayımın biraz daha artmasıyla yattığım yerden doğrularak düşüncelerimde dolaşan sözleri bir edebiyatçı edasıyla "Dön dünya dön, sen de fırıldak olmuşsun ya, tüm kahpelikler için dön. Yalanlar, dolanlar diz boyu oldukça dön. Sakın nereye kadar deme, dönek insanlar gibi sen de dön. Utanmanın unutulduğu, yalanların moda, dürüstlüğün yok, aptalların çok olduğu bir dünya için dön. Sakın durayım deme, ahmaklık için dön! Manevi değerlerin kullanıldığı, okuyanın az, konuşanın çok olduğu bir dünya için dön. Onursuz, umutsuz, şahsiyetsiz insanlar için dön. Okuduğunu anlamayan, baktığını görmeyen insanlar için dön. Dön ki aptallar uyumaya, iyi insanlar da ölmeye devam etsin. Sakın durma ki bu düzen bozulmasın, kimsenin de keyfi kaçmasın. Dön sadece dön! Ey dünya, sana sesleniyorum. Dön ama birileri için değil, insanlık için dön!" diyerek gökyüzüne doğru haykırdım.

Kendi kendine konuşan bir adama anlamsızca bakan Şanslı, ne olup bittiğinin farkında bile değildi. Yüzüme manalı gözlerle "Takılma bunlara, zamanın ve anın keyfini çıkar." der gibi bakıyordu. Bir müddet bakıştıktan sonra elimi başına uzatarak "Haklısın oğlum, bunlara takılmadan hayatın tadını çıkarmak lazım." dedim.

Demiştim demesine ancak içten içe beynimi kemiren düşüncelerime de söz geçiremiyordum.

Ayakkabılarımı giyerek Şanslı ile günün geri kalan saatleri arasında kaybolma kararı aldım. Beraber yürürken artık yanımdan fazla uzaklaşmıyor, beş on metre çevremde benimle gezmenin tadını çıkarıyordu. Dere kenarında on on beş dakika ilerledikten sonra Şanslı aniden durdu ve kulaklarını dikerek adeta bir taş gibi kaskatı kesildi. Daha önce de bu tür durumlarıyla karşılaşmıştım. Etrafta ya bir yabancı ya da bir hayvan vardı. Gözümün görebildiği alanı bir radar gibi taramama rağmen bir şey göremiyordum, görünenler de birbirini tamamlayan bitkiler ya da ağaç gövdeleriydi. Ama o görüyor ve duyuyordu, birden aklıma ona komut vermek geldi.

FirariHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin