5. BÖLÜM

221K 11.2K 4.2K
                                    

İyi okumalar :)

Elinde tuttuğu son okey taşını ıstakaya yerleştiren Can, "Sanki beleş bir şey dağıtıyoruz, duyan gelmiş resmen," dedi. Bu, elindeki taşların birbiriyle uyumsuz taşlar olduğunu gösteriyordu. "Yerden rastgele çakıl taşı toplasam bundan daha iyi bir el çıkardı ortaya."

Bugün serbest olduğumuz için istediğimizi yapmakta özgürdük. Sabahtan Londra'yı gezmeye çıkıp yağmur yağınca geri dönmek zorunda kaldık. Biz döndükten sonra yağmur dinip güneş açınca kara talihimize birkaç ağır laf ettim. Bizimkiler, nereden bulduklarını anlamadığım okey takımını alıp göletin oraya gitmeyi teklif edince kampta kalmaya karar verdik. Bazen beş yaşında bir çocuğun düşünce tarzına sahip gibi davranırken bazen de böyle elli beş yaşında kahvehane bağımlısı bir amcaya dönüşebilen bu insanlar bana hiç yabancılık çektirmiyordu.

Yancı olarak yanında oturduğum abim, "Benim ıstaka da sosyete pazarı gibi, ne ararsan var," diyerek ortağıyla aynı kaderi paylaştığını belirtti. Can ve abimin rakibi ise Yağız ve Seda olmuştu. Mete, Yağız ile ortak olmamak için oyunun en başında çekilme kararı aldı. Şimdiye kadar oynanan ellerin sonucu düşünüldüğünde mantıklı bir karardı.

"Benim elim kuru fasulyeyle pilav gibi maşallah, öyle bir ahenk, öyle bir lezzet," diyen Yağız ortadan bir taş çekti ve ıstakasından aldığı diğer taşı abimin önüne bıraktı.

Yağız'ın önceki ellerde yaptığı gibi bol keseden salladığını düşünerek, "Sende yaptığı gaz düşünülürse kuru fasulyeye benzemesi normal," dedim.

Seda'nın attığı taşı alan Can da beni başıyla onayladı. Aynı olay birkaç kere daha tekrarlanınca sürekli taş vermenin huzursuzluğuyla homurdanan Seda, "Her attığımı alıyor ya! Şuraya lazım olan taş gelirse gününü göstereceğim ben sana," dedi ıstakasını işaret ederek.

"Ne lazımsa söyle bende varsa atayım," diyen abim ortağına alenen ihanet etti. Can, Mete ve Yağız'ın yüzüne oturan gülümseme ise bu durumun onlar tarafından ihanet olarak algılanmadığını gösteriyordu. "Yok istemem, hile yapmış gibi olur," dedi Seda. Gözlerine dik dik baktığım abim bana bakmamayı tercih ederek, "Sen bilirsin," deyip ortadan bir taş çekti. "Aramızda 10 puan fark olunca oyunun tadı kaçıyor, o yüzden avans verecektim."

Birkaç tur geçtikten sonra döndü dolaştı ve bir kahvehane klasiği olan siyaset muhabbetine geldi konu. "Yok abi yok, kamp içinde acilen erken seçime gitmek lazım," dedi oldukça ciddi bir tavırla konuşan Yağız. "Bıktım ben bu müdürden de cezalarından da. Mete bu konuyu babanla konuşalım bir ara."

Evet, bir de bu konu vardı. Kampın sahibinin Mete'nin babası olduğunu dün akşam öğrenmiştim. Bu durum ilk bakışta bizim işimize yarayacak gibi dursa da tam aksine negatif ayrımcılık olarak geri dönüyordu bize. Duyduğuma göre bizimkilerin herhangi bir aykırı davranışında her türlü yaptırımı uygulama hakkını Müdür Bey'e bizzat vermişti Mete'nin babası. Bu tavrı işlerine gelmese de anladığım kadarıyla hepsi de çok sevip saygı duyuyordu Mete'nin babasına.

"Babam beni değiştirir ama o müdürü değiştirmez," dedi Mete. Mantıklı karar verebilen bir babası olduğu kararına vararak ben sen saygı duydum adama.  "Saltanatın başı babam haşmetlileri, Müdür Bey'i vezir olarak seçmişse bize de piyon olmak düşüyor."

Pes etmeyen Yağız, "Yalnız ben bu oyunu bozarım," deyip ortadan bir taş çekmek için uzandı. Bu sırada yanımıza gelen Mark, "Çevreğm çoğk kalağbalık, amağ hepsiğ merhağbalık," deyip eliyle selam verdi.

"Sana da merhaba."

İşini bitirip yanımıza gelen Mark da bize katılınca küçücük masanın etrafına sekiz kişi dizildik. Göletin oraya malzeme taşıyan diğer görevlileri işaret ederek "Bu malzemeleri niye getiriyorlar?" diye sordum.

Türk'ün Londra'yla İmtihanı (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin