16. Kan kokuyordu o.

2.7K 197 36
                                    

Bazı günler yaşamaya devam etmek, diğerlerinden daha zor oluyordu. Gözüme birkaç bıçak değiyor, hızlı giden arabalar bedenimi yola davet ediyor, yükseklikler gözümü korkutmaktan ziyade bir cazibe kaynağı oluyordu. Tavana astığım sağlam bir ipin vücuduma değecek son fani varlık olması fikri çekici geliyordu. Gözlerimi karanlık dünyaya kapatıp başka bir karanlıkta açmak istiyordum, kendi karanlığımda. Bu sayede kimse beni rahatsız edemezdi ve kimse ulaşamazdı, sonunda bitirdiğim ruhuma.

Hayatımın yollarından gelip geçerken fark etmeden veya tamamen isteyerek bana zarar veren insanların artık paramparça olan içime dokunamayacakları fikri, dünyadaki bütün zevklerden yüksek bir makamdaydı gözümde. Sonunda uçup gidecektim buralardan ve arkamda bıraktığım yaşlı yüzler, sadece ufak bir bedel olacaktı; ufak bir fedakarlık. İsteğinize kavuşmak için de bir şeylerden vazgeçmek gerekirdi, değil mi?

Dün gece yaşanan her şeyden sonra kendimi öldürmek istediğim günlerden birine gözümü açmam işten bile değildi. Boynumdaki el izlerini kapatmak için yalın bir atkı takmış, kafama yapıştırdığım yara bandının belli olmaması için saçlarımı dağıtmıştım ama yüzümdeki ifadeyi saklamak mümkün değildi. Tüm geceyi uyumadan geçirmeye çalışmıştım (Kyungsoo beyin sarsıntısı falan geçiriyorsam uyumamın iyi olmayacağını söyleyerek gereksiz panik yapmıştı) ve sabah eve varır varmaz gri saçlarımdaki kurumuş kan lekelerini çıkarmak adına iki saat kadar duşta kaldığım için yorgundum, ölmek istiyordum ve ne yapacağımı bilemez haldeydim.

Çünkü olan her şeyden sonra bile Park Chanyeol'ü arzulamaya devam ediyordum.

"Yalnız baya kötü görünüyorsun." Luhan'ın beni gerçekliğe döndüren sesi gözlerimi devirmeme sebep oldu. Ne de iyi bir arkadaştı. "Yani normal aslında, bir seksen beşlik bir adam seni dövmüş sonuçta da... Süt bebesi misin lan sen? Minik çüküne sümsüğü geçiremedin mi?" Bir anda hararetlenen ses tonu, hafifçe gülümsememe sebep oldu.

"İlk olarak, sümsüğün ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ve ikinci olarak, çükü hiç de küçük falan değil." Gözlerini devirdi. "O çok farklıydı, Luhan. Sanki Chanyeol'dü ama Chanyeol değildi."

"Kendini kandırma," dedi net bir sesle. "Çevrendeki herkes onun tehlikeli olduğunu bağırdı sana fakat zevkin uğruna hepsini göz ardı ettin. Şimdi gerçekten de zarar görünce kendini kandırmana izin veremem. O, sana vuran, gözlerinde ölümü gördüğün adam, Park Chanyeol'ün ta kendisiydi. O, tam olarak böyle biri."

Ağzından çıkan sözler tüm tüylerimin dikilmesine sebep olurken derin bir nefes aldım ve önümdeki kahveyi bitirmeye çalıştım. Öyle çok uykum vardı ki gözlerimin açık olduğu her an annemin gelmesine lanet okuyordum. Eğer o olmasaydı günümü evde geçirebilirdim fakat zaten gece boyunca eve gelmediğim için benden şüphelendiğine adım gibi emindim ve eğer sabah da ortalıklarda gözükmeseydim şayet, gazabını en yakından izleme onuruna erişmekten korkuyordum.

"Bak, Baekhyun." Luhan çevresine kısa bir bakış attıktan sonra bana doğru eğildi. "Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun ve şu ana kadar da kararlarının hepsini destekledim ama acı çeken gözlerini görmek beni mahvediyor." Uzanıp elimi tuttuğunda yutkundum. O daima iyi hissettirirdi. "Kendine bunu yapma, Baek. Vazgeç ondan." Sadece gözlerimdeki bir bakışa bakarak Chanyeol'den vazgeçmeyeceğimi anlamıştı.

İç çekerek arkama yaslandım ama elimi geri çekmemiştim; sıcak teni beni rahatlatıyordu. Haklı olduğunu biliyordum ve yapacağım şey de açıkça söylediği gibi olmalıydı, Chanyeol'den uzak durmam gerekiyordu. Kendim ve sevdiğim herkes için onu sadece dersten derse görmeliydim.

"Baek!" Irene'in sesini duyunca ikimiz de o tarafa döndük ve çok geçmeden görüş alanım lila saçlar tarafından dolduruldu. "Seni çok özledim! Ah, saçının rengi akmış." Bana sarılmaktan geri çekildiğinde dikkati gözlerimden kaydı ve saçlarıma yöneldi. "Üzüldüm, o rengi çok sevmiştim."

Moth - ChanBaek ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin