Geyikli Kupa

13.8K 1K 1K
                                    


"İnsan nasıl hem akıllı hem şaşkın,

 Hem öfkeli hem durgun olabilir? Nasıl hem candan bağlı, hem kayıtsız kalabilir? Var mı böyle insan?"

Macbeth, William Shakespeare.


Üç.


"İsmi Şule olan birine nasıl güvenebilirsin ki" dedim, tomurcuğu yeni patlamış sardunyama.

Taç yapraklar ılık esintiyle avucumun arasında itiraz eder gibi kıpırdandığında gözlerimi devirdim. "Gayet de haklıyım. Şule bir kere Ş harfiyle başlıyor. Dili kıvrak biriyim diyor yani. Ardından da U harfi geliyor. Bu da her kabın şeklini alabilecek hatta nabza göre şerbet sunacak biri olduğunun kanıtı."

Cihan'ın beni yardım piyeslerine yazdırmadığını, ulaşımdan sorumlu firmalardan birinin kızıyla gerçekten de Godot'yu Beklerken'den bir kısmı yorumlamaya karar verdiklerini ancak ertesi gün öğrenebilmiştim. Hayır, Cihan'dan değil, onun sevimsiz ve sinsi partneri Şule'den.

Evet, Cihan Bey benim toplantıya inat ettiğim için gitmediğimi düşünmüştü. Bu yüzden de kendisine beni hiç tanımadığı için teessüf etmekle yetinmemiş, tavır da yapmıştım. Ancak hesaplayamadığım şey şuydu ki, iki taraf da birbirine tavırlı olunca iletişim sekteye uğrayabiliyordu ve biz koskocaman bir hafta sonu hiç konuşmamıştık.

Cihan'sız iki gün geçirmekte sorun yoktu. Kimsenin su ya da oksijen olmadığının bilincindeydim ve insanlara bağımlılık duymazdım. Hatta izole yaşam iyiydi, canım kalabalık çekerse de kalabalık kurgulu bir kitap okurdum zaten. Ama Cihan'a istesem de ulaşamayacağımı bildiğim iki gün geçirmek, gerçekten zordu. Sanırım insana güven veren nokta, birinin somut varlığından çok soyut varlığıydı.

Ve soyut hâliyle bana trip atan Anthony'min somut hâli de kalkıp kız çocuklarını okutma yoluna elin Şule'siyle çıkmıştı işte.

Kuruyan toprağına su verdiğim sardunyanın da S harfiyle başlayıp içinde bir de U barındırdığını hatırlayınca aniden utandım. "Şey, ama Şule Teyze iyi biriydi mesela, hani eskiden bizimle çalışan..." Eskiden evimizdeki görevliler o kadar sık değişirdi ki bir noktada bir Şule'nin de bizimle çalıştığına emindim. Yani. Eheh.

Kendi kendime "Çiçeklerine bile mahcup oluyorsun Efes" diye mırıldandım. Onlar da artık bana inanmayacaklardı. Üf.

Rengarenk yamalı bahçe tulumumun yan cebinden minik vitamin şişesini aldım hızla. "Dur seni azıcık besleyeyim."

Sardunyanın gönlünü aldıktan sonra henüz çiçeklenmemiş kadife çiçeklerimi de sulamıştım ve şimdi de sıra koca bir kış biriktirdiği bütün heyecanı taşırırcasına pembeleşen mum çiçeklerimdeydi. Ağaçların ve arka bahçedeki sebze meyve filizlerinin özel sulama sistemleri vardı ama çiçeklerimi bana bırakmalarını, düzenli olarak bakıma gelen bahçıvandan özellikle rica etmiştim.

Rutinleri seviyordum. Tanıdıklığı da seviyordum. Bahçemle ilgilenmeyi, her sabah aynı saatte kalkmayı, aynı kitapları döne döne okumayı, çaylarımı hep aynı yerden almayı ve hep açık içmeyi, mutfak dolu değilmiş gibi sabahın ilk ılık limonlu suyunu da akşamın son bitki çayını da ilkokuldan beri benimle olan geyikli kupamdan içmeyi, sorumluluklarımı aksatmamayı, çiçeklerimle hatta canlı cansız her şeyle konuşmayı...

Seviyordum işte. Sıradan, sakin hayatımı seviyordum.

"Ne diyordum?" dedim, mum çiçeklerine. "Hah, evet. Bana inanmıyormuş. Oysa ben bütün isteksizliğimle verdiğim sözü tutup oraya gitmiştim! Ayrıca ben ne zaman yalan söyledim, söyler misiniz? Cevap veriyorum: Hiçbir zaman!"

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin