Paslı Ok

11.5K 997 952
                                    


"Şu sabırsızlar da hep böyle akıldan yana yoksuldurlar; 

Hangi yara birdenbire iyileşmiştir?"

Othello, William Shakespeare.



Beş.


"Şimdi bunların hangisi Estragon, hangisi Vladimir?" dedi Kaan, ikimizin koltuğunun ortasına yerleştirdiğimiz saklama kabından bir trüf daha alıp ağzına atmadan hemen önce.

"Cihan Vladimir." Yüzümü buruşturdum. "Yanındaki röfleli Şule de Estragon." Kırmızı koltuğumda, ne yazık ki bende marketten alınmış gibi duran öz güvenimle dikleşip bir bacağımı ötekinin üstüne attım. "Ben de Godot'yum."

Kız çocuklarının okuması için planlanan mini ve amatör piyes parçalarının planlamaları başlamıştı. Katılımcılar işlerinden ya da okullarından fırsat buldukça, ikişerli üçerli gruplar hâlinde çalışmaya gelecekti. Minik grupların çoğu henüz hangi sahneyi oynayacağını seçememişti ama gösterinin yapılacağı güne kadar tüm provalar seyirciye açık yapılacaktı. Amaç bu süreçte de bağış toplamaktı. Provaların yapılacağı bu sahnenin önündeki sembolik kutu ve bağış yapılabilecek numara ve hesapların yazılığı olduğu tanıtım pankartları da bu yüzdendi.

Benim anlık desteğim kız çocuklarından çok Cihan odaklıydı. Bu konu için kapıldığı heyecanın benim yüzümden sönmesini istemiyordum.

Bugün iki grup çalışıyordu. Cihan, sarışın esmer Jale Hoca ve röfleli Şule ile sahnede durmuş metni incelerken; sahnenin diğer ucunda emekli büyükelçilerden birinin üçüzleri, Çehov'un Üç Kız Kardeş'ini didikliyorlardı.

Kaan'ı dirseğimle dürtüp gözlerimle üçüzleri işaret ettim. "Bir yardım gecesi için fazla karamsar bir oyun değil mi? Daha keyifli bir şey seçilebilirdi." Suyumdan minik bir yudum alıp dudak büktüm. "Macbeth'in cadıları mesela, madem üç kadının olduğu bir sahne istiyorlar?"

"Lady Macbeth'ın ruhu sızladı" dedi, çikolatayı tümden ağzına attığı için boğuk çıkan sesiyle, "Ya Macbeth'i hiç izlemedin ya da 'keyifli' kodunda kesinlikle bir hata var Efes."

Omuz silktim ve trüflerden birine uzandım.

Kaan'la fakülteden gösteri merkezine yürürken karşılaşmıştık. Daha doğrusu, ona geçen hafta verdiğim kek ve kurabiyelerin saklama kabını verebilmek için beni yakalamış ve öğlen boşluğunda benimle provaya gelip vakit öldürmeyi eğlenceli bulmuştu nedense.

Ve evet, saklama kaplarımı boş vermemek için ikisini de alabildiğince trüf doldurmuştu. "Annem öğretti, evde ne varsa o gidermiş" demişti bir de sevimli bir mahcubiyetle.

Ah, ağzıma yayılan çikolata... İnanılmazdı...

Gözlerimi yumdum ve zevkle mırıldandım. "Bunu insan içinde yememek lazım!"

Kaan bu konuda kendinden ve trüflerden gayet emindi. "Şunu ilk tattığımda her gün yiyebilmek için Paris'te olması gerekenden iki hafta daha uzun süre kaldım."

"Ne bu peki?" Yeni ve daha farklı bir renge uzandım. Aman Tanrım... Yakıcı çikolatanın içine ferahlığı sıkıştırmak kimin aklına gelmişti?!

"Pierre Hermé diye birini duydun mu hiç?"

Gözlerim irice açılırken çenem 'Ben bunu hak etmiyorum' der gibi durdu. Tabii ki duymuştum ama farklı bir başlıkta; ağzımdaki çikolatanın minicik bir tanesi bir buçuk euro falandı! Euro kurunu gözümde canlandırmamak için kendimi zor tutuyordum...

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin