Yıldızlar, Çiçekler ve Kırıklar

8.6K 504 584
                                    

"Sanırım Ay'ın gözleri sulanmış bu gece; o ağlarsa bütün minik çiçekler de ağlar." 

Bir Yaz Gecesi Rüyası, William Shakespeare.


Yirmi üç.

Gece, öncelediği günlerin huzursuzluğunu sezmiş gibiydi.

Uyuyamıyordum.

Uyuyamamak berbat bir şeydi. Kişisel gelişim kitaplarının olumlama öğütlerini kulak arkası edip nefret ettiğim şeylerin bir listesini yapacak olsam, yedinci sırada kesinlikle uyuyamamak olurdu. Ki zaten altıncı sırayı da kişisel gelişim kitaplarının bizzat kendisi kapladığı için böyle bir liste yapmama kimse karışamazdı.

İki nokta yetmiş birinci defa, yatağın yazılarla kaplı duvara bakan tarafından pencereme doğru döndüm. Uyuyamamam için tek bir sebep bile yoktu. Evimdeydim. Yatağımdaydım. Zihnim ve bedenim yorgundu. Bahçemin cılız ışıkları, perdeleri iki yana açılmış camdan içeri sızıyor ve odamı yalnızca Shakespeare'in hayaletlerini görebileceğim kadarcık aydınlatıyordu. İçerisi yaz sıcağına inat eden klima sayesinde serin, Cihan'ın kuru hava migrenimi tetikler mi endişesi ile aldığı nem cihazı sayesinde ferahtı. Sürükleyici bir kitabın Peter Pan'liğine kapılıp başka bir diyara gitmemiş, aklımı çengeline takacak bir işi yarım bırakmamış, en iyi cevabın o en hararetli anda değil de tam uyku öncesi berraklıkta akla geldiği herhangi bir tartışmaya girmemiştim.

Yani, girdiğim en büyük münakaşa Montaguelerle olandı zira giderek sıklaşan provalar yüzünden, Notte içindeki işlerim ve yaz susuzluğu içindeki çiçeklerimin ilgi açlığı dışında, günün çoğunu Juliet olarak geçiriyordum.

Üstümdeki ince örtüyü tekmeleyerek yatağın uzak ucuna itekledim ve yerimde doğruldum. Beynime gereğinden fazla kan gitmiş olabilirdi, belki dik durursam içerisi biraz durulurdu. Canım kitap okumak istiyordu ama Rüya Alarga'nın bir oyuna hazırlanırken, özellikle oyun yaklaştığında, canlandıracağı karakterin hayatı ve zevkleri ile hemhal olmaya dikkat ettiğini okumuştum. Bu yüzden, şu kısacık hazırlık sürecimizde ben de modern kalemlerle arama yaşanabilir bir mesafe bırakıp Juliet ve Shakespeare'e odaklanmaya çalışmıştım. Neyse ki oyunun geçtiği düşünülen zaman Rönesans gibi araştırması oldukça keyifli bir dönemle kesişiyordu ve Shakespeare hem ürettikleri hem de hakkında üretilenlere oldukça keyifli biriydi (Shakespeare'in hiç var olmadığını iddia emek mi? Günümüzde şarkıcısından oyuncusuna yalnızca ekrandan yansıyan led ışıklarla görebildikleri insanlar hakkında atıp tutan ve hatta bu görünenden kendilerine hikayeler uydurup hayalî çiftler yaratan ya da bariz belli durumlara gözlerini kapatıp olanı yok sayan ergenler, Shakespeare'i yok sayanların torunları olabilirdi. Bunu biri araştırabilir miydi, ben biraz meşguldüm de...).

Keşke odamda zamanlararası çalışan bir tavşan deliği olsaydı, o dönemin Verona'sına gidip etrafı gezerdim. Veba kapmayacak ya da pislikten ölmeyecek kadar, en azından. Hem belki yanımda kızamık aşısı ve insan hakları da götürürdüm.

Gözlerim tam karşımda duran lacivert "But, my dear, this is not Wonderland and you are not Alice." yazısında takıldığında dil çıkardım. Cihan olsa kesin o dönem vebaya bile yakalanmadan kendi eteğime takılıp düşeceğime söyleyip tavşan deliğime demir kapı taktırırdı.

İç çektim.

Keşke benim de hizmetimde bir dadım olsaydı. Uyuyamadığım gecelerde onunla sohbet ederdim.

Ya da keşke Marin yanımda olsaydı.

Tekrar iç çekerek pencereye çevirdiğim başımı, köşesinde M yazan başlığa yasladım. İşte gökyüzü tüm berraklığıyla karşımdaydı. Gözlerimin yettiği yüzlerce ve yetmediği milyarlarca yıldız, Güneş'in ışıltılı eteklerini toparlayıp geri çekilmesiyle birlikte görünür hâle gelmişti.

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin