Kelebek

11K 957 930
                                    




"Günah onun mu, yoksa benim mi?"

Kısasa Kısas, William Shakespeare.

Yedi.

Balkon kenarındaki kıvrımlı demirleri sıkıca kavradım ve nefes almaya çalıştım.

Bir dakika, buna da 'balkon' deniyor muydu? Bunca yıldır okuduğum romanların sosyetik ailelerinden birkaç terim öğrenmiştim. Kış bahçeleri, seralar, verandalar... Aralarındaki farklara da çat pat hakimdim. Mesela 'veranda' camla kaplı oluyordu. 'Teras' binanın çatısında olana deniyordu ama balo salonu girişin hemen üstündeydi ve merdiven devam ettiğine göre burada başka katlar da vardı. Girişin hemen üstüne birinci kat mı demeliydik yoksa ikinci kat mı? Zemin katın zeminle aynı yüzeyde olduğu için birinciliği kaptırması beni bir miktar üzüyordu.

Akşam serinliği elbisemin açıkta bıraktığı her yüzeyden tenime işlese de arkamdaki altın varaklı dedikodu kazanından kaçmaya çalışan zihnim ter içinde kalmıştı.

"Yapmamışlardır" diye fısıldadım, tek bir yıldız bile göremediğim göğe. Korkuluğun kıvrımlı demirlerini avucumu acıtacak kadar sıkı kavradım. Yapmamışlardır. Hayır.

İnanlar konuşurdu, biri bine çekerlerdi, felaketleri bir gelin gibi süsler ve püslerlerdi. Ötekini lekelemek, belki de kendi loş ışıklarını karanlığın içinde daha belirgin hâle getirebilmenin, bildikleri tek yoluydu.

Ama bazen o fısıltılar doğru çıkardı işte. Barbaros Alarga'ya güveniyor değildim. Güveniyor da değildim. Bence güven ve sevgi, pH gibi bir değerle ölçülmeliydi. Mesela pH değeri yedi olan homojen bir sıvı asidik kabul edilmez ama bu onu baz da yapmaz. Nört kabul edilir o sıvı.

İşte insanlara duyduğumuz sevgi ve güvenin pH'ının yedi oluşu da onları sevmediğimiz ya da onlara güvenmediğimiz anlamına gelmiyordu bence. Barbaros Alarga'ya karşı nötrdüm. Birinin ölümüne vesile olmuş olabilirdi. Annem olmuştu mesela. Annem çok yüce biri olduğundan ya da nazarımda insanlığı temsil ettiğinden değil de işte, insan tutup da kutsal bir figür gibi Kutup Yıldızı denkliği verdiği kişi konusunda bile benim kadar yanılabildiyse, hiç tanımadığı kişilere büyük meziyetler yüklemiyordu. Yapmışsa bu benim kalbimi kırmazdı yani zira bana neydi, olaya sinirlenirdim, suçun cezasını bulmasını isterdim, ölenlerin kalanları için üzülürdüm falan ama konuyu kişiselleştirmezdim.

Ama Kaan o kızın ölümüne sebep olduysa...

Ya da Marin...

Gözlerimi söylenenlere ve ihtimallere sıkıca kapatıp derin bir nefesi ciğerlerimde tuttum. Kalbim, bahar akşamı soğuğunu yok edecek kadar yanıyordu göğsümde.

Mesela Kaan'a karşı nört falan değildim işte. Ona güvenmiş ve onu sevmiştim. Bir yandan, o kıza ait herhangi bir elektronik bilgiyi ifşa edecek birikime sahip olduğundan da emindim. Sorun yapmış olması ya da yapmaması değildi ki sadece...

Derin bir nefes daha aldım. Kulağımdaki yersiz çınlamanın ve hafiften kaymaya başlayan görüşümün işaret ettiği noktaya sürüklenmek istemiyordum.

Tamam, tek tek gidecektim.

Bir kere burada net bir tutarsızlık vardı. Bu dedikodu bana kadar gelmişse, Kaan'ın eski bakıcısı yani intihar eden kızın annesi de duymuş olmalıydı hepsini. Böyle bir vahşetten sonra Kaan'ın dahil olduğu aileye hoş geldiniz denen bir partiye katılması biraz saçma değil miydi? Benin babam olsa benzin döker yakardı burayı. İçeride benzin kokusu falan yoktu açıkçası.

DemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin