Lp - Lost on you
Yesung'un bana neden parlak gözlerle baktığını yeni yeni anlamaya başlamıştım. Yazdığım kitaplara hayran olan bir okuyucu olduğunu söylemişti, ilerleyen konuşmalarımızda. Neredeyse tüm kitaplarımı okumuş olması beni epey şaşırtmıştı. Düşüncelerime çokça değer veriyormuş, kitaplarım sayesinde kendini geliştirdiğini söyledi.Her şey bir yana bu adam resmen bana fanatik biri gibi davranıyordu ve açıkçası bu beni biraz ürkütüyordu çünkü imzamı falan istemişti ve kırmamak için - yanında kitaplarımdan birisi olmadığından - eline imzamı atmıştım.
Masum birisi gibiydi. En azından bana olan hayranlığı çok tatlıydı. Kahvelerimizi içerken zamanın nasıl geçtiğini hiç farketmemiştim. Jinyoung ve Yugyeom eve geldiğinde yanlarında mahçup bir ifadeyle gelen Jaebum'u gördüğümde, Yesung ile ilgilenmekten onu aklıma hiç getirmediğimi farketmiştim.
Salona geldiklerinde Yesung ayaklandı ve Jinyoung'a bağırmaya başladı. Muhtemelen tefecilerle ilgili o saçma sapan konu hakkında azarlıyordu fakat bu benim bir gram bile umrumda değildi. Jaebum ile bakışıyorduk. Bambaşka bir dünyaya geçiş yapmış gibiydik. Diğerlerinin sesleri ve yüzleri birer uğultu ve bulanıklıktan ibaret gibiydi yalnızca.
Jaebum'un kalbindeki kırgınlığı gözlerinden okuyabiliyordum. Geçen gece söylediklerime kırılmıştı, biliyordum.
O benim kalbimdeki ince sızıdan haberdar mıydı peki?
Evet belki bu ona ağır sözler ettiğim gerçeğini değiştirmezdi ama acı çektiğim detayı altta kalacak gibi değildi.Yugyeom, Jinyoung ve Yesung tartışırlarken Jaebum aniden hareketlendi ve kolumdan tutup beni bir odaya çekiştirdi. Odanın kapısını sertçe kapatıp beni de kapıya yasladığında ise gözlerim şokla açılmıştı. Kollarını başımın iki yanında kapıya dayamıştı. Gözlerime bakıyordu. Bakışlarında, öfke, kırgınlık, şefkat ve tanımlaması güç bir duygu daha barındırıyordu.
Bakışlarının yoğunluğu karşısında kıvranıyordum. Kesinlikle acıyla kıvranıyordum. Gözlerim doluyordu ve bunun herhangi bir nedene ihtiyacı yoktu. Lanet olsun, öyle güzel bakmasın bana.
Saniyeler, dakikalar birbirini öylece kovaladı işte ama o bana bakmayı bir an olsun bırakmadı. Usul usul sokuldu yakınlarıma. Nefesini boynuma üfledi ardından kulağıma yanaştı. Fısıldadı.
"Özür dilerim."
Vücudum titriyordu. Kalbim maratona koşar gibiydi.
"Özür dilerim." tekrar fısıldadı. Sonra geri çekildi. Yeniden dikti gözlerini bana. Keskin bakışları altında ezilmemi izledi.
Gözleri doldu birer birer, dudakları büzüldü. Aniden kedi yavrusuna döndü.
"Sarhoştum." beklediğim ama aynı zamanda ne olduğunu az çok tahmin ettiğim açıklamadaydı sıra.
"Nancy'nin yanına gitmiştim çünkü dertleşmeyi sevdiğim bir arkadaşımdı o benim. Sarhoşken onu öptüm ama kesinlikle onu öpmedim." ne demek istediğini anlayamamıştım.
"Onu görmüyordum bile. Baktığım her yerde sen vardın Youngjae, yalnızca sen. Sadece seni görüyordum."
Söyledikleri tek kelimeyle nefesimin boğazıma tıkanmasına neden olmuştu. Bu-bu ne demekti? Evet biliyordum ama hayır ve ne? Beynim bunu kabullenmekten uzaktı. Kesinlikle hayır.
Bakışlarımı kaçırıp parmak uçlarımı seyrettim bir süre.
"Gözlerini benden esirgeme," çenemi kavrayıp ona bakmamı sağladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
right here // 2jae
Random"mahvolmuştum ama en çok da mahvettiğimin farkında olamayışıma."