Burak
"Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak,senin için o kadar güç olmamıştır. İnsan evvela kendi kendinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey ancak bir hafta sürer, ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmektedir.*"
Okuduğum satırlarla kafamı kaldırıp derin bir iç çektim. Her köşeye sıkıştığımda kaçtığım kitaplar bu kez benim için zindandan farksızdı. Her satırı beni cezalandırmak için gibiydi. Sıkıntıyla iç çektim. Kitabı sıraya koyup oturduğum yerde gerindim. Ardından sınıfta kısaca göz gezdirip diğerlerinin muhabbetlerine kulak misafiri oldum. Son bir haftadır gündemimdeki doluluktan dolayı herkese sağır kesilmiştim. Ayağa kalkıp sınıfın bahçeye bakan camına doğru ilerledim. Futbol oynayanları bir süre izledikten sonra banklarda göz gezdirdim. İşte oradaydılar.
Gözlerimi hâlâ içinde bulunduğum ancak artık ruhen çok dışında olduğumu hissettiğim arkadaş grubuma diktim. Can ve Yusuf yine yan yanaydılar. "Ne bekliyordun?" diye sordu içimdeki cılız ses. Gülüyor ve hatta gerçek mânâda eğleniyordu Yusuf. İşte aramızdaki en büyük fark buydu. O hayatına devam edebilmişti. Bense çok büyük bir çukurun içine düşmüştüm ve birinin elimden tutup beni çıkarmasını bekliyor gibiydim. Oysa olayın olduğu ilk gece bana yanımda olacağına dair söz verirken içimin ne kadar rahatladığını hatırladım. Belki de birinin elimi tutmasını istemiyordum, o elimi tutsun istiyordum.
Hâlâ onları izlediğim sırada izlendiğini hissetmiş olacak ki kafasını kaldırıp bir süre göz gezdirip ardından bana baktı. Yüzündeki gülüş solduğunda Can'dan hafifçe uzaklaştığını görmüştüm. Gözlerimi kaçırmak için bahçenin geri kalanına çevirdiğimde kapıdan giren polis aracını fark etmemle gerilmiştim. Camdan hafifçe geri çekildim ancak hâlâ orayı görebiliyordum. Telaşla Yusuf'a baktım. O ve diğerleri de polis aracını görmüş, oraya bakıyorlardı. Endişeyle hareketlerini takip ettiğimde telefonla uğraşmaya başladığını gördüm. Bir şeyler yazıyor gibiydi. Cebimdeki telefonuma sarıldım hemen. Aynı anda titremişti de.
Yusuf: Soruşturma için gelmişlerdir tekrardan. Telaşlanma hemen.
Burak: Hâlâ anlamıyorsun değil mi? Tam olarak telaşlanmamız gereken yer burası.
Yusuf: Tuvalete git. Geliyorum. Aptallık etme.
Burak: Gidiyorum.
Telefonu cebime attığım gibi kafamı kaldırıp dışarıya baktım tekrar. Bankta yoktu. Hemen geri çekilip üçüncü kata doğru hızla yürümeye başladım. Ellerim terliyor, vücut ısım yükseliyordu. Tuvaletin kapısı görüş alanıma girdiğinde biraz rahatladığımı hissettim. Ancak nefesim kontrol altına giremiyordu. Elimi kapının koluna attığımda diğer taraftan da açıldığını fark ettim ve geri çekildim. Kapı açıldığında kolumdan tutulup içeriye çekilmiştim. Ani bir yükselme ile karşımdaki cılız çocuğa doğru adımlayıp kollarımı etrafında birleştirdim.
Saçlarımda hissettiğim el ile gözlerimde toplanan yaşların akmasına izin verdim. "Panik atak geçiriyorsun sadece." dedi büyük bir sakinlik ile. Derin nefeslerimden fırsat bulduğumda mırıldandım boynuna doğru. "F-fazla sakinsin." dedim sıkıntıyla. Küçük bir yankılandı. "Birimizin sağlam durması gerek." dedi tek seferde. Cevap vermedim. Bir süre bekledim öylece. Ardından geri çekildim.
"Bak bu olayın dosyası kapanmadığı sürece devam edecek bu gelip gitmeler. Telaş yapma."
"Dosya ancak suçlu bulunursa kapanabilir." dedim arkamdaki beyaz zeminli duvara yaslanırken.
"Ya da sonsuza dek bulunamazsa kapanır." dedi gözlerini devirerek.
"Yakalanacağız." dedim yüzüme oturan anlamsız gülümseme ile. Artık normal ama sık nefesler alıyordum. Beni dinlemiyor gibiydi.
"Dün ki şu mesaj atan çocuğu bulmamız gerek." dedi ellerini lavabonun mermerine yaslarken. Aynadan beni izliyordu.
"Numaranın kendi üzerine olmadığına eminiz. Nasıl bulacağız?" Kafasını sallayıp elini gözüne götürüp ovaladı.
"Artık bize ulaştığında cevapsız bırakmayacağız. Belki kim olduğunu çıkarırız." dedi omuz silkerken. Kafa sallamak ile yetindim. Uzun süre ses çıkmayınca yaslandığım duvardan ayrılıp gitmek için kapının koluna yöneldim.
"Burak." dedi fısıltı ile. Zar zor duyduğum sesi ile ona döndüm.
"O gece yalnızca Can'ın beni aldattığını mı söyleyecektin?" dedi kaşlarını merakla kaldırırken. Derin bir nefes aldım.
"Biz doğru düzgün konuşmazdık bile. Sen bu konuyla ilgilenmezsin." dedi kendinden emin bir tavırla. Ne diyeceğimi bilemezken gözlerimi ellerime çevirdim. "Sadece ilk kez düşündüm işte. Boş ver." derken bu kez arkama bile bakmadan orayı terk ettim.
O gece kendimi bir hayale kaptırıp oraya gelmişken seni bir kâbusun ortasına attığımın farkında değildim. Gerçi, ikimizin acısını ben çekiyor gibiydim. Yine de affet.
----
*Sabahattin Ali - Değirmen
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maktul • boy×boy
Teen FictionBekliyordum. Çünkü her katil olay mahalline geri dönerdi, dönmeliydi.