Bölümü e ithaf ediyorum. Yine.
Hâlâ kucağımda hareketsizce yatan Uygar ile birlikte hastanenin önünde duran taksiden inmeye çalışıyordum.
Acil kapısına girip olabildiğince sesli bir şekilde bağırdım. "Yardım edin!"
Saniyeler birbirini kovalarken içimdeki korku bir gram dahi azalmamıştı. Titreyen ellerim, akmayı bırakmayan gözyaşlarımla uyumlu bir çift oluştururken, yalvarıyordum.
Tanımak istiyordum onu, bilmek, öğrenmek belki de.
Şu an ise sedyede öylece yatan bedeni buna imkan tanımazsa diye içim içimi yiyordu.
Doktor olduğunu düşündüğüm adam,, orada kalmamı söyleyerek ilerlemeye devam etti.
Arkalarından baktım bir süre, hatta Uygar görüş alanımdan çıktıktan sonra bile.
Çalan telefonumla irkildim, öylesine dalmış gitmiştim ki bu dünya ile olan bağlantımı kulaklarımda çınlayan melodi kurmuştu.
"Efendim?"
"Devrim, nerdesin? On dakikadır bekliyorum."
Karşı taraftan Eren'in sesini duymamla tuhaf bir güven duygusu sarmıştı içimi.
"Hastanedeyim-"
"Bir şey mi oldu? Devrim iyi misin?"
"Sakin ol, Eren. İyiyim. Benimle ilgili bir şey değil."
Kurduğum cümleyle derin bir suçluluk duygusu filizlendi ruhumda.
Benimle ilgili bir şey değil...
"Neden hastanedesin?"
Uygar'ın yanındaki doktor koridorun başında göründüğünde telai duygumu bastırarak konuşmaya çalıştım.
"Seni biradan ararım Eren."
Hızlı adımlarla, neredeyse koşarak, doktorun yanına gittim.
"Öncelikle endişelenecek bir şey yok," dedi adam telaşımı anlamış ve güven vermek ister gibi. Gerçi, pek etki etmiyordu ya, neyse. "Sadece anladığımız kadarıyla besin eksikliği ve enerji sarfiyatının etkileri ile bayılmış."
"Enerji neyi?" dedim anlamayarak. Ah şu herkesi kendileei gibi tıp okumuş sanıp havalı havalı konuşmaları yok muydu?
"Yani bir süredir yemek yememiş ve fazla enerji harcamış."
Cümle anladığım formuna dönüştüğünde kaşlarım çatıldı. Yemek yememek? Bunun bir açıklaması vad mıydı?
"Görebilir miyim?" diye sordum aceleyle. Doktor başıyla onaylayıp yanındaki asistanına bana odaya kadar eşlil etmesini söyledi.
Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım, tedirginliğim gün yüzüne çıkmıştı.
Kapıyı yavaşça açıp yatağın yanına doğru ilerledim. Bağdaş kurarak oturduğu yatakta, başı arkaya yaslıydı. Bu hali ile belirginleşen adem elmasına takıldı gözlerim.
Muhtemelen, kusursuzdu. Değil mi?
Sandalyeyi ilgisini çekmek için büyük bir gürültüyle yatağın yanına çektim.
Gözlerini açıp bana bakmaya başladı. Yüzündeki masum ifadeyi, yeni uyanmış oluşuma vererek onu incelemeye başladım.
Alnındaki sürekli belirgin damar, ellerinin üzerinde kalp atışları ile kıvrılışına dahi şahit olduğum damarlarla uyum içerisindeydi.
"Yemek yememişsin, sanırım?" dedim soran bir ses tonuyla.
"Yemedim."
Verdiği kesin cevap karşısında kaşlarım çatıldı tekrar.
"Peki ama neden?"
Omuz silkti öylece. Öfkeleniyordum.
"Hiçbir sebebi olmadan insan kendine bunu yapmaz."
Bakışlarını gözlerimden kaçırdı.
"Sebebim vardı," kafasını toparlamakta çektiğini görebiliyordum.
"O sebebi bilmek isterim, eğer bir mahsuru yoksa tabii."
Yüzü az önceki muzip halini bırakıp ciddi bie ifadeye büründüğünde konuştu.
"Sen yoktun."
Duyduğum sözle, aklım başımdan gidecek gibi hissettim. Muhtemelen sert olan bir tokatı kafasına geçirdim.
"Yaşaman için yemek yemen gerekiyor gerizekalı!"
Hafiften dolan gözlerini farklo bir yöne çevirdi.
"Ama yoktun."
Tekrar vurmak için elimi kaldırdığımda bana engel olan şey, gözlerindeki yorgun bakıştı.
Ve şeyi hissettim biraz...
Kırıldığını?