Tanımadığım bir erkek sesi diplerden gelen bir ses tonuyla konuşmaya başladı, "Harekete geçme zamanı gelince bileceksin." diye haykırdı, kafamı şaşkınlıkla etrafa sallarken göremediğimi fark ettim, gözlerimden başlayan ağrı bütün vücuduma hızla yayıldı.
Haince bir sevecenlikle kadın, konuşmaya başladı, "Doksan yedi, doksan sekiz, doksan dokuz..."
Tanıdık bir ses ise bana, "Karşılaştığımızda lütfen şaşırma." diye tembih etti.
-Ne? Ne yapmam gerekiyor, Benden ne istiyorsunuz, siz kimsiniz?
Gözlerimin önünde daha önce eşine hiç rastlamadığım bir lisanda harfler beliriyor, hızla değişiyor ve tıpkı belirdikleri gibi aniden yok oluyorlardı. Anlamlandıramadığım bu şekiller, isimlerini dahi bilmediğim renklerin, tanımlayamadığım tonlarında parlıyor, gözlerimi alıyor ve beni sersemletiyorlardı. Ağrıyan başım dönerek, içimde bir kusma isteği uyandırsa da ne kadar denersem deneyeyim kusamıyordum. Zihnimde beliren harfler iyiden iyiye kafamı patlatacakmış gibi hissettiriyor, olayları anlamlandırabilmek için özgün büyümü kullanmaya çalışsam da hiçbir şey olmuyordu. İstemsizce kafamı göremediğim bir duvara vurmaya başladım; göremiyordum, acı çekemiyor ve hatta düşünemiyordum, yalnızca bir renk cümbüşü içerisinde yanıp sönen harfler ve kulağıma fısıldanan sözcükler...
Uyandığımda ter ve gözyaşının etkisiyle altın renkli saçlarım yüzüme yapışmıştı, kusma isteği geri geldiğinde saraydaki odamın tuvaletine koştum ve rahatlayana dek kustum. Rüyamda gördüğüm şekilleri unutmamak ve kullanabildiğimden emin olmak adına refleks olarak sürekli özgün büyümü kullanıyor ve bir yandan da bitkin bir ses tonuyla sayıklıyordum:
-Sarhum, nhara, aali, vhani, ghrar, şhör...
Klozete tutunarak ayağa kalkmaya çalıştıysam da başımın dönmesiyle gerisingeri yere kapaklanmam bir oldu, az önce gördüklerimi kaydetmeliydim, ben de yazacak bir şeyler bulmamın şu an için imkansız olduğuna kanaat getirdim, elimde odakladığım ışık büyüsü yordamıyla işaret parmağımın ucunu yaktım ve gördüğüm şekillerle duyduğum fısıltıları duvara kazıdım. O an yorgunluk ve bulantının bir anda kendini aniden göstermesiyle oracıkta uyuyakaldım.
-Agostino... uyan Alanço.
Gözlerimi açtığımda Max' in endişeli ifadesi meraklanmama sebep oldu ve sordum:
-Ne oldu? Yüzümde bir şey mi var?
-Öyle de denebilir, bir aynaya bak istersen.
Dedi ve bir elini bana uzattı, elini tutup ayağa kalktım ama başımın dönmesiyle dengem bozuldu ve yalpaladım, Max bir eliyle göğsümü diğeriyle ise sırtımı destekleyip düşmemi engelledi. Birkaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra elimle "artık iyiyim" anlamında bir işaret yaptım. Max ile kendimi bildim bileli dosttum ve bu, bu gibi işaretleri anlamlı kılıyordu. Ağır adımlarla lavaboya doğru ilerledim, kafamı kaldırıp aynaya baktığımda Max' in neyi kastettiğini daha iyi anladım. Saçlarımın bir kısmı hala yüzüme yapışık haldeydi, sağ gözümden yaş misali kan akmış, akan bu kanı fark edip de silmediğim için kurumuş ve yapışmış, saçlarıma bulaşmıştı, pek de güzel bir görüntü değildi. Uzunca bir ofladıktan sonra musluğun zıvanasını çevirdim... akmadı. Bu hâlde odamdan çıkıp musluk arayamazdım diye düşünürken Max, zihnimi okurmuşcasına:
-İstersen sana bir tas su getirebilirim.
Gülümseyerek ona döndüm ve:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmparator 1: Kralların Yükselişi ve Düşüşü
FantasyBiliyorum; bu dünyaya neden geldiğimi, görevimi biliyorum, zamanı geldiğinde kaderimin yazgısıyla nasıl yüzleşeceğimi biliyorum, dünyaları dize getirmem gerektiğini de... NOT: Lütfen yazım ve anlatımdaki tespit ettiğiniz hataları ve hikaye ile ilgi...