İyice bastıran tipinin de etkisiyle açıkta kalan parmaklarım karıncalanmaya, hissizleşmeye başlamıştı. Her adımımda kara gömülen ayaklarımı hissetmeyi yaklaşık bir kaç saat önce bırakmıştım. Her adımım bir öncekinden daha yorucu geliyor, gözlerimi açık tutmak daha da zor hâle geliyordu. Bir viking olarak sığınak bulamazsam donarak öleceğimi idrak edebiliyordum lakin bu havada tipinin geçmesini bekleyebileceğim bir sığınak bulabilmek için neredeyse dokunabilecek kadar yakınına gitmem gerektiğini de. Yaklaşık iki saat bu şekilde yürümeye devam etmek zorunda kaldım, ellerim de tamamen uyuşmuştu artık. Tanrılar şahidimdi ki bugün ne olursa olsun yürüyecektim, kendimi uykuya teslim etmeyecek ve tekrardan savaş meclisinde olduğum günlerdeki gibi onurlu bir savaşçı olarak anılacaktım. Düşüncelerim, ayakta gördüğüm rüyalara karışmaya başladığında bir mağara görerek kendime geldim, hızlı adımlarla yürüyerek içeriye girdim, çantamı çıkartıp içinden yakmak için daha önceden topladığım dalları ve yaprakları çıkarttım. Dışarıda hava o denli soğuktu ki çantamın üzerinde biriken kar, eriyip yakacaklarımı ıslatmamıştı. Hemen, sürekli yanımda taşıdığım büyülü ateş taşını çıkardım ve biraz odaklanmamla alev alan taşı hazırladığım yaprakların arasına attım. Yapraklar tutuşunca dalları birer birer ateşe attım. Ellerim ve ayaklarımı tamamen hissedebilmeye başlayana dek ısındım ve kıyafetlerimi çıkartıp kuruttum. Tipi geçecek gibi gözükmüyordu fakat benim yakacak dalım kalmamıştı, içerideki ateşi mağarayı uzaktan görebilmek için yanar bir biçimde bıraktım ve gelirken gördüğüm devrilmiş ağaç gövdesini aramaya koyuldum. Mağaranın yakınında olan ağacı bulmam pekde uzun sürmedi.Oldukça ağır olan gövdeyi mağaraya sürükledim ve ateşi beslemek için kullandım. Bu ateş en azından bir gün yanardı ve ben de sonunda biraz kestirebilirdim.
Ertesi günün ilk ışıklarıyla birlikte uyandım ve kurumuş kıyafetlerimi giydim, ateşi söndürdükten sonra ateş taşını alıp kara attım, soğumasını bekleyip cebime koydum. Tipi geçmişti lakin kar devam ediyordu. Biraz daha ilerledikten sonra kar altında kalmasına rağmen tekerlek izlerinden anladığım yola vardım. Doğruca şehre giden tekerlek izlerini takip etmeye başladım, bu kadar kar yağdıktan sonra benim bile içgüdülerim yanlış yolu gösterebilirlerdi. Yaklaşık dört saat kadar göz görebildiğine beyazın ve tek tük çam ağacı grublarının içerisinde yürüdükten sonra sonunda kar tamamen kesildi ve ufukta şehri görebilmeye başladım. Birden içimi beklenmedik bir heyecan kapladı, tam iki yıl boyunca dağlarda inzivaya çekilmiş, herkesden uzak -izole- bir hayat yaşamıştım. Cebimde yalnızca bir altın para vardı ve bu şehirde ufak bir evim dışında bir malvarlığım yoktu. Evime vardığımda ilk iş olarak kileri kontrol edip yenebilecek durumu olan her şeyi bozulmuş olanlardan ayırdım. Neyse ki kurutulmuş yiyecekler iki yıl boyunca dayanabildiğinden son paramı yemeğe harcamaktan kurtulmuş oldum. Biraz dinlendikten sonra savaş meclisi kürkümü, çelik baltalarımı ve kalkanımı alıp hana doğru yola çıktım.
Hana vardığımda aklımda tek bir gaye vardı; bir çete kurmak, en azından şimdilik. Bir altın parayla ne yapabilirdim bilmiyordum fakat kendimi bir şeyler yapmak zorunda hissediyordum. Kapıyı açtığımda gözüme ilk önce soldaki grup takıldı; dört kişiydiler, biri bodurdu ve sırtında bir cenk baltası taşıyordu. Biri uzun boylu, ince yapılıydı ve omzuna takılı bir uzun yay vardı; ayrıca zeki görünümlüydü. Üçüncüleri ise kaslı ve yara izleriyle dolu vücudu ve ortalama boyuyla gedikli bir savaşçıya benziyordu. Sonuncunun vücudu oldukça sıradandı, kılıç ve kalkan kullanıyordu. Bir süre onları izleyip çakırkeyf olduklarını anladığımda işe koyuldum, altın paramı aldığım gibi masanın ortasına vurdum ve yüksek bir sesle konuşmaya başladım:
- Cesur savaşçılar, bana katılın, kılıcım ve kalkanım olup bu beyaz diyarı kırmızıya bulamamda yardımcı olun!
Her ne kadar konuşma boşuna olmasa da bir anda ortaya çıkıp böyle bir konuşma yapmam aptalcaydı, her zaman üstün bir ikna kabiliyetim olmuştur. Savaş Mecilisi'ne de bu yeteneğim sayesinde girmiştim, ama şu anda işe yaraması imkânsız diye düşünürken hep bir ağızdan aynı kelimeyi söylediler.
-Emredersiniz!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmparator 1: Kralların Yükselişi ve Düşüşü
FantasyBiliyorum; bu dünyaya neden geldiğimi, görevimi biliyorum, zamanı geldiğinde kaderimin yazgısıyla nasıl yüzleşeceğimi biliyorum, dünyaları dize getirmem gerektiğini de... NOT: Lütfen yazım ve anlatımdaki tespit ettiğiniz hataları ve hikaye ile ilgi...