*Fatma Turgut - Bir Varmış Bir Yokmuş
23 Ocak 2017
" Ağabey! Bir gelir misin? "
Salondan iki oda uzaklıktaki odam da çalışma masamın çekmecelerini karıştırırken, ağabeyimin beni duyması için ekstra bir çaba sarf ediyordum. Çünkü elindeki oyun konsolunun hükmettiği oyundan başka gözleri başka bir yere değmeyen ağabeyimi Dijital Dünya'dan alıkoymak gerçekten zor oluyordu.
Birkaç saniye salondan herhangi bir ses gelmediği için ellerimi çekmecelerden kaldırıp bel oyuğuma yerleştirdim. Derin bir nefes alıp birkaç kere kirpiklerimi çarpıştırdım. Odamın kapısından çıkıp küçük adımlarla iki kapıyı ardımda bırakarak salona yürüdüm.
Salona girdiğimde; dirseklerini dizlerine dayamış, sanki daha detaylı görmek ister gibi eğilen, ellerinde mavi ve kırmızı renklerinde bir oyun konsolu bulunan, yeşil gözlerini iki metre kadar uzaklıktaki ekran kutusuna odaklamış, iki kişilik kanepenin ortasında tek başına oturan ağabeyim direkt gözüme ilişti.
Sessiz, küçük adımlarla ağabeyimin yanına geldim. Hafifçe eğilerek sağ elimi abimin omzuna dokundurduğumda irkilen ağabeyimin kızaran gözleri saniyelik bana baktı. Elindeki konsolla ekrana yansıyan imleç oyunu durdurdu. Mavi ile kırmızı aleti yanına, kanepeye bıraktı.
Elimi omzundan çekip soluna oturdum. Abimin elleri gözlerine gitti, gözlerini ovuşturdu.
"N'oldu abicim?"
"İyi misin ağabey?"
"İyiyim canım. Sadece uyuyamadım.
Bunu çok içten söylemişti. Ama söylediği cümledeki kesiklerden yalan akıyordu. İnanıp, inanmamak hakkında çelişkiye düşmüştüm, düşürmüştü.
"Hım," dedim. "Peki. Sadece kulaklığımın yerini bilip bilmediğini soracaktım?"
Aklımdan geçen kesinlikle bu değildi. Sorgulamak, derdini öğrenmek istiyordum.
"En son odamda, çalışma masasındaydı. Hala orada mı? Bilmiyorum."
"Tamam ağabey." dediğimde gülümsedi. Gülümsedim.
Soluğu ağabeyimin odasında aldım. Kapı koluna elimi koyup baskı uyguladım. Açılan kapı ile beraber içeriye adımımı attım. Bu oda neden hep toplu ki. Küçük adımlarımı hızlandırarak çalışma masasının önünde durdum. Gözlerim, rafların birinde duran siyah kulaklığı bulduğunda elimi ona doğru uzatıp aldım. Geldiğim yönün aksi yönünde ilerleyerek odadan çıktım. Arkamdan da kapıyı kapattım.
Odama girdiğimde çalan müziğin geride bıraktığı sessiz bir boşluk beni karşıladı. Odadaki sessizlik ürkütücüydü.
Hızla duş aldım. Sıcak su sonbaharın soğuğundan koruyan bir şövalye olmuştu.
Sonbahar, sokak ağaçlarının yeşilini silip süpürmüş yerine buğday rengi ile aydınlatmıştı. Gökyüzü maviliğinin yerinde yeller estirmiş, bulutların beyazlarına bırakmıştı kendini. Her çeşit rengin bulunduğu çiçekler solmuş, aylar sonra açmaya yüz tutmuştu. Dalgaların sakinliğinden eser kalmamış, yerine harp şiddetini getirmişti.
Duştan çıkıp saçlarımı kuruttum. Üzerime hardal sarısı bir kazak, siyah bir tayt geçirdim. Saçlarımı düzleştirmeye başladım. Bir yandan da bilgisayarımdan çalan müziğe eşlik ediyordum. Saçlarımla işim bittiğinde kot ceketimi giydim. Siyah sırt çantamı sırtıma takıp telefonuma kulaklığı taktım, cebime koydum.
Odamdan çıkıp kapıyı arımdan kapattım. Yürümemi hızlandırarak salona gittim. Fakat abimi bıraktığım yerde bulamadım.
"Ağabey!" dedim. "Neredesin?"
"Buradayım Almina."
Arkamdan işittiğim sesle yerimde sıçradım.
"Abi" dedim "Ne yapıyorsun ya ödüm koptu ama."
Abim kıkırdadı. Kızgınlığım çabuk geçti, alevlerime kıkırdaması su serpti, ben de kıkırdadım.
"Neyse ben çıkıyorum."
"Tamam," dedi. Parmak uçlarımda yükselerek yanağına küçük bir öpücük kondurdum.
Tam çıkmak üzereyken;
"Almina," dedi. "Paran var mı?"
Gülümsedim. "Var," dedim. "var abi var"
"İyi o zaman, fazla geçe kalma."
"Kalmam," dedim.
Ayaklarımı kapıya sürdüm. Aklımda her şeyin yoklamasını saniyenin onda biri kadara bir sürede tamamladıktan sonra her şeyin tam olduğuna karar verip önümdeki çelik kapının kolunu tuttum. Baskı uygulayıp kapıyı açtım. Ayaklarıma güç verip kapıdan çıkmaya zorladım. Arkamdan kapıyı kapattım.
Siyah topuklu botlarımı ayağıma hızlıca geçirdim. Apartmanın basamaklarını tek tek inmeye, günümün nasıl olacağını bilmeden evimi ardımda bıraktım.
Kulaklığımı takıp bir şarkı açtım. Adım izlerimi bıraktığım yolun sonunda 11B Mematiler Birliği Geleneksel Buluşması' na ulaşacaktım.
11-B Mematiler Birliği Geleneksel Buluşması' nı şöyle açıklayabilirim:
11-B sınıfı öğrencileri olarak -yaklaşık 6 kişi- iki haftada bir kafe de buluşuruz, ve bu buluşmalarda oyunlar oynanır, sohbetler edilir, gezilir, daha birçok şey yapılır.
Önümdeki kapının kulpunu kavrayıp hafif bir güç uyguladım. Araladığım kapıdan ilk adımımı attım. Botlarımın topukları zeminde tok bir ses bırakıyordu.
Gözlerim masaların üzerinde gezinirken altı kişilik masada durakladı. Adımlarımı göz odağım olan masaya sürgün ettim.
"Selamlar!" diyerek şakıdım.
"Hoş geldin Almina Başkan!" diyerek beni karşılayan Doruk'a bakışlarımı yönelttim.
" Hoş buldum."dedim. Üzerimdeki fazlalıkları çıkardım. Beste'nin yanındaki yerimi aldım.
Selamlama faslını atlattıktan sonra herkes kendi arasında konuşmaya dalmıştı.
"Sen gelme benle Almina kankam gelir. Değil mi kankacım?" İsmimi duyduğum Doruk'a ilgimi verdim.
"Ben? Nereye?"
"Almina, bu mal diyor ki Pazar günü Uludağ'a gi- " Gözlerim şaşkınlıkla açılmış Kutay'ın ağzına elini siper eden Doruk'a bakıyordu.
"Sus be sen! Pis yosma! Almina kankam Pazar günü Uludağ'a gidelim mi ya! N'olur!"
Birkaç saniye kafamda o gün herhangi bir işim olup olmadığını kontrol ettim.
"Bana uyar" dedim."Ama neden hep birlikte gitmiyoruz ki?"
"Bu zevksizler gelmez ki."
"Niye sormuyorsun salak?" dedim. Herkesle göz göze geldim. "Sizce? Gidelim mi?"
Hemen karşımdaki Ulaş, "Ben gelirim." Diğerleri de ona katılınca gülümsedim.
Doruk'tan bir çığlık firar etti.
"Pazar günü hepimiz Uludağ'a mı gidiyoruz yani?"
Herkesin yüzündeki gülümseme ile birlikte onaylar mırıltılar çıktı. O sırada telefonumdan yükselen melodi ile ceketimin cebine uzanıp telefonumu aldım.
İki çift göz üzerimdeyken diğerleri konuşmaya dalmışlardı.
Telefonun ekranındaki gözlerim tanımadığım bir numara olduğunu algıladı. Kaşlarım çatıldı. Alt dudağımı sarkıttım. Baş parmağım yeşil sembolü işaret etti. Telefonumu kulağıma götürdüm. Dudaklarımı araladım.
"Efendim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zehir
General FictionZehir; Tatsızdır. Kokusuzdur. Şeffaftır. Zehir' dir işte. Anlaşılmaz. Bir damlası dahi koskoca bir ömrü devirebilir. İntikam ateşini alevlendirebilir. Zehir' e bir kez bulaşan kişinin geri dönüşü yoktur. Acı çektirir. Zehir'in yapamayacağı ne vardır...