*Alper Ayyıldız - Ağustos Sırılsıklam
18 Temmuz 2005
Belki yaşını bile söyleyemeyecek küçük kız çocuğu, babasının sol dizinde oturmuş defalarca dinlediği masalı tekrar dinliyordu. Tek katlı evlerinin bahçesinde, iki çam ağacının desteklediği hamakta, önündeki mermer süs havuzunun fıskiyesinden boşalan berrak suyu izliyordu. Kulağı babasının ağzından çıkan her hecedeydi. Her bu masalı dinlediğinde bir umutla daha dikkatli olmaya çalışıyordu. Babası ise her seferinde bu masaldaki ayrıntıları güçlendiriyordu.
Üzerindeki kiraz desenli, beyaz elbisesinin eteklerindeki dantelleri çekiştiriyordu.
Küçük kızın annesi evlerini balkonunda bir yandan çalan tiz sesli şarkıyı mırıldanıyor, bir yandan da kızının iki gün önce düşüp dizlerini yırttığı pantolonu dikiyordu.
Küçük kızın, küçük ayakları yere değmek için verdiği savaşı henüz kazanamamıştı. O da ayaklarının havada süzülmesine izin veriyordu. Kırmızı ayakkabılarının havada yardığı çizgileri izliyordu.
Abisi ise okuldan çıkmış, elindeki basketbol topunu sektirerek adımlarını eve sürüyordu. Sekiz yaşındaki çocuk eve ulaştığında, annesini bahçe kapısının önünde, onu beklerken buldu. Çocuk annesine ait olan kestane saçları gördüğünde gülümsedi.
Ellerinin arasındaki basketbol topunu, bedeni ile sağ kolunun arasına aldı. Evlerine koşar adım ulaştığında, toptan teması çekince yere düştü, yuvarlanarak uzaklaştı.
Annesine sarılıp tarçın kokusunu içine çekti. Yemyeşil gözlerinin sahibi annesine aşıktı.
Küçük kızın dinlediği masalın sonuna gelinmişti.
"...uçurtmasını gökyüzünde serbest bıraktı."
Kız kollarını babasının boynuna dolayıp sıkıca sarıldı.
Babası ise kızına göre kocaman kollarını kızına doladı. Adamın aklına huzurunu bozacak bir kelime saniyelik geçti. Mágoa. Kalıcı, karanlık iz anlamlı Portekizce kelime bir aileyi yok edebilecek kişiyi barındırıyordu. Kızına kocaman sarıldı. Çünkü o ailesini koruyabilecek tek kişiydi.
Küçük kızını geri çekip kaküllerinden öptü. Kızın kırmızı bandanası saçları ve kaküllerinin ayrımında öncüydü.
"Almina'm," dedi okyanus gözlere bakarken. "...masalı beğendin mi?"
Kız cevap verdi. "Her seferinde çok seviyorum babacığım. Peki, neden hep aynı masalı anlatıyorsun?"
Adam düşündü, kafasında tarttı ve dudaklarını araladı.
"Çünkü," dedi. "...şöyle anlatayım. Bak havaya, rüzgarı hissediyor musun?"
"Evet babacığım." dedi kız.
"Ama sen hep aynı rüzgarı hissederken bu rüzgar hep farklı şeyleri beraberinde getiriyor, her seferinde farklı kuvvette esiyor. Bu masal da sana her seferinde farklı şeyler katacak." Dedi adam.
Bu cümleyi söylerken kızının şuan dediklerini anlayamayacağını biliyordu. Ama eninde sonunda bu sözleri hatırlayıp ne demek istediğini anlayacaktı. Buna Magoa sebep olacaktı. Bunu bilmek bile tüylerinin diken diken oluşunu tetikliyordu.
Küçük kızın gözleri, bahçe kapısından gelen abisini gördü. Babasını kucağından anında atlayarak abisine koştu. Geleceğini kurtaracak olan o küçük adama.
"Abi!"
Küçük adamın kollarına atladı. Küçük adam kardeşime baktı, gülümsedi ve sarıldı. Kız geri çekilerek bakışlarını yeşillere odakladı.
"Hoş geldin abi." Dedi abisine. Abisinin cevabı gecikmedi.
"Hoş buldum abicim"
Kadın, adamın yanına gelmişti, adam eşini görünce ayağa kalktı. İki geleceklerinden habersiz çocuğu izliyorlardı. Yüzlerindeki gülümseme adeta mevsime göstergeydi.
Geleceğin tedirginliği, yoktu.
Geçmişin kırıkları, yoktu.
Şimdinin umutları, vardı.
Geçmiş birkaç dakikayı yuttu. Şimdi kadehten yudumlanıyordu. Gelecek ise açılmamış şişelerde, kadehlerden yutulmayı bekliyordu.
Bir fısıltı şeklinde tenlere dokunan rüzgar, yeşiller içinde boğulan ağaçların narin yapraklarıyla alay ediyordu. Yukarıda, mavinin zirvesine yükselen alev küresi, kainatı kölesi yapmıştı; Kuşlara süzülmesini, rüzgara esmesini, çiçeklere açmasını emrediyordu.
Bir tek gölgelere hükmedememişti; Cılız gölgeler şövalye görevi görüyor, alevler ile savaş veriyordu. Ta ki Ay onun yardım çağrısını duyana kadar, Güneş'in ızdırbından kavrulan tenleri kurtarıncaya dek savaşmak zorundaydı, zayıf silüetler.
Esmeye çalışan rüzgarı dizginleyen yakıcı yıldız, beslendiği ateşin elinden alınmasına engel oluyordu.
Okyanuslar Cihan'a hükmeden Güneş'e karşı baş kaldırıyor, bulutların içinden yeryüzüne intihar eden damlaları çağırmak için çabalıyorlardı. Güneş'in alevlerine boyun eğmek istemiyorlardı. Fakat Güneş, yağmuru kirli zindanda, zincirlere kenetlemiş, kainata hükmettiği tahtı yağmura kaptırmamaya ant içmişti.
Çünkü; ateşin baş düşmanıydı, damlalar. Onu dizginleyebilecek tek güce sahipti yağmurlar. Alevlerin korktuğu tek şeydi Su tanrıçaları. Peki kasvetli sağanak yağmur mu iyiydi? Yoksa ateş kadehi mi? Bunu daha kendileri dahi öğrenememişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zehir
Fiksi UmumZehir; Tatsızdır. Kokusuzdur. Şeffaftır. Zehir' dir işte. Anlaşılmaz. Bir damlası dahi koskoca bir ömrü devirebilir. İntikam ateşini alevlendirebilir. Zehir' e bir kez bulaşan kişinin geri dönüşü yoktur. Acı çektirir. Zehir'in yapamayacağı ne vardır...