Bölüm 3 - 2/1 - Fırtına

34 6 0
                                    


*Emir Can İğrek - Müzik Kutusu 

08 Nisan 2005

 Damlaların hüküm sürdüğü dünyayı, berrak sular ayakları altına almıştı. Saplanan şırıngayla bulutlar şeffaf kan damlalarını yeryüzüne akıtmıştı. Çiğ taneleri, Güneş'in alev iksirini kilitli bir kutuya hapsetmişti.

 Zümrüt yeşili elbisesini, yere mıhlanmış çıplak ayakları tamamlayan küçük kızın, gözleri pencereden umarsızca boşalan yağmuru izliyordu. Yağmuru seviyordu. Yağmurda ıslanmayı, damlaları izlemeyi, küçük su taneleri sayesinde havaya yayılan keskin toprak kokusunun içine işlemesini seviyordu, yağmura aşıktı.

 Gökyüzünü süsleyen tanelerin arasından, uzaklardan gelen gözleri kör edebilecek güçte parlak ışık kılıcı, arkasından yükselen ürkütücü, boğuk, ses ile saniyelik bir doğa olayı gerçekleştirmişti.

 Küçük kız gökyüzünün çığlığından ürküp bir adım geriye sendeledi. Yüksek sesli patlama kızı ürkütmüştü sadece, çığlıklarını diken ilmekleri sökememişti.

 Minik adımlarıyla pencereden ayrıldı. Odasından çıkarken kapıyı ardında açık bıraktı. Önündeki basamakların hemen yanındaki korkuluklara zayıf parmaklarını sardı. Küçük adımlarıyla basamakları es geçti.

 Son iki basamağa ulaştığında, ayaklarını birleştirip sıçradı. Ayakları yere temas ettiğinde duraksamadan çelik kapıya koştu.

 Mutfaktan elinde havlusu ile çıkan kadın, askılıktan asker yeşili yağmurluğunu almaya çalışan kızını gördü. Bir adım attı, arkası gelmedi..

Almina, annesinin üzerindeki gözlerini gördü.

"Anneciğim, yardım eder misin? Yağmurluğumu alamıyorum."

Kadın kendini sarstı. "Efendim kızım," dedi. Ses tellerini zorladı. "Anlamadım."

 Mavi gözlerindeki heyecan ile söylediklerini tekrar etti. "Yağmurluğumu almaya boyum yetmedi. Yardım eder misin?"

 Kadının kaşları duydukları ile hafifçe çatıldı. "Tabi ki yardım ederim. Ama ne yapacaksın ki yağmurluğu?"

"Dışarı çıkacağım az önce tuhaf bir ses duydum. Ne olduğuna bakacağım."

Kadın kızının anlamsız sözlerine gülümsedi ve yanına giderek diz çöktü.

 "Kızım o bir doğa olayıdır. Yani yukarıdaki beyaz bulutlar yanlışlıkla birbirlerine çarparlar. İki bulutun attığı çığlık, bu sesi oluşturur. Buna da gök gürültüsü denir. Yağmurlar bulutların gözyaşlarıdır. İki ağlayan bulut birbirinden korkar ve çığlık atar, bu gözyaşlarını hızlandırır."

"O zaman artık yağmuru sevmiyorum."

 "Sev, kızım. Yağmuru sev, bulutları sev, hatta gök gürültüsünü bile sev. Ama ateşten nefret et, yanmaktan nefret et. Ve bil ki damlalar, ateşten daha güçlüdür."

"Anladım anneciğim. Peki yağmurluğumu verecek misin?"

"Hala dışarı çıkmak istiyor musun?"

"Evet yağmuru seviyorum ve.." dedi küçük kız. "Sanırım ıslanmayı da."

 "Ama kızım hasta olursun, hem 2 gün sonra senin doğum günün! Umarım yeni yaşına titreyerek girmek istemezsin?"

 Küçük kızın minik elleri ağzına gitti. Gözleri kocaman açıldı. Doğum gününü unutmuştu. Böyle günlere küçük kalbi derinden inanırdı.

 "Benim doğum günüm 10 Nisandı değil mi? Unutmuşum! Benim hemen hazırlık yapmam gerek!"

 Kadın kızının arkasından baktı. Merdivenleri tırmanmaya çalışan küçük beden geleceğin umuduydu. Dudaklarındaki tebessüm, düşünceleri ile eş değer değildi. İçinden geçenler gördükleriydi.

 Çelik kapının sağındaki pencereden görünen manzara iç açıcı değildi. Meşe ağaçlarının arasındaki kırmızı lazer kalan hayatları mahvedecek, yakacaktı. Herkes bunun olmaması için çaba sarf edecek, savaşacaktı. Fakat magoa atom bombası etkisi yaratacak, küçük lazer ile birçok hayatı kesecekti. Küçük bir kız çocuğu bu olanlara dur demeyi başarsa bile, kendisi zedelenecekti. Bunları bilen kadın ürperdi. Kızını ve oğlunu feda edebilecek miydi? O kadar fedakar olduğunu sanmıyordu.

*****

 Almina odasına çıkıp kapısını kapatmıştı. Gri dolabını açtı. İçi oyuncak doluydu. Babasının verdiği sarı renkteki kutuyu zorla da olsa çıkarmayı başardı. Yatağının ortasına oturup bağdaş kurdu, kutuyu önüne aldı. Dışındaki hasır ipi çözdü. Sarı kutunun kurdeleli kapağını açtı. Babasının ona geçen sene doğum gününde bastırdığı fotoğraflarını gördü.

 Kutudan fotoğraflar çıkarıp gözlerinin önüne düşen kaküllerini geriye itti. Yaklaşık olarak 20 fotoğraf vardı ve hepsinde ailesi, arkadaşları ile haberli-habersiz çekilen fotoğraflardı.

 Kutunun en altında babasının onun için yazmış olduğu ve kutuyu verirken '...kutunun en altında bir mektup var. Mektupta ne yazdığını sana şuan söylemeyeceğim, okumayı öğrendiğinde kendin okumanı istiyorum...' cümlelerini kurduğu bir mektup vardı. Hala okuyamıyordu ve babası içinde ne yazdığını söylememişti.

 Fotoğrafların birini aldı. Fotoğrafta abisi ile hamakta yatıyordu ve bulutlardan şekil çıkarmaca oynuyorlardı.

 Kafasını baktığı fotoğraflardan kaldırdı. Gözleri pencereye kaydığına, simsiyah bir kuş gördü. Kuşa baktı...baktı...baktı. Ne kadar özgür olduğunu düşündü. İstediği her yere gidebilirdi. Rengini çok güzel buldu.

 Hep siyah kötüleştirilmiş, beyaz masumlaştırılmıştı. En can acıtan yalanlar beyaz değil miydi? En masum görünen beyaz, siyahtan daha suçlu değil miydi? Bütün maskeler 'beyaz' tabiri ile anılırdı ama asıl suçlu olan beyaz tüm suçlarını siyaha yığmıştı.

 Küçük kız kuşun artık yerinde olmadığını, saniyeler önce uçup gittiğini gördü. Elindeki fotoğrafları bırakıp cama koştu. Yağmur devam ediyordu.

 Gözleri az önceki kuşu aramaya koyulduğunda, Meşe ve Çam ağaçlarının üstünde uçtuğunu gördü. Çok geçmeden siyah kuşun kanadına bir taş dokunmuştu. Kuş yalpalayarak yere düştü. O an küçük kızın ilk gerçek üzüntüsü oldu. Gözleri doldu. Yaşamının sona erdiğini biliyordu suçlu maskeli kuşun.

Neden? diye düşündü.

Renginden dolayı mı? Siyah diye mi? 

 Dudaklarından bir hıçkırık koptu.

 Sonra aniden yanaklarından süzülen berrak gözyaşlarını sildi. Ağlamayı bıraktı. Ant içti. Elinden ne gelirse yapacak siyah olan her şeyi kurtarmaya çalışacaktı. Belki o kuşu kurtaramamıştı ama geriye kalan hayatları kurtarmaya ant içti.

 Siyah kuş ziyarete gittiği mezarlıkta kafasına sıkmıştı...

ZehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin