°1°

915 130 99
                                    

Hayat...
Hayat ne kadar tuhaf öyle değil mi?
Bazı anlar oluyor,yaşama sevinciyle dolup taşıyorsun. Ama bazı anlar da oluyor ki, nefes dahi almak istemiyorsun.

Küçükken kimsenin dediğini umursamayan sen,büyüdükçe herkesin dediğini önemser oluyorsun. Kendin istediğin gibi bir insan değil de,diğer insanların seni sokmak istedikleri kalıplara giriyorsun farkında olmadan.

Kendini diğerlerine beğendirme çabalarına giriyorsun sürekli,her şeyini kısıtlıyorsun ya da kısıtlıyorlar.
Sürekli bir şeyler deniyorsun.
"Senden hiçbir şey olmaz!" laflarını duydukça iyice içine kapanıyorsun.
Dünyaya dahi sığamayan sen küçücük odanın içinde sıkışıp kalıyorsun.

İnsanlardan tiksiniyorsun,iyice yalnızlığa gömülüyorsun. Kalabalıklar içinde bile kendini yalnız hissediyorsun. Kalbinin kapılarını kimseye açamıyorsun,içini kimseye dökemiyorsun. Daha doğrusu dökmek istemiyorsun. Çünkü döktüklerini toplamak yine sana kalacak biliyorsun.

Yağmurlu bir günde yine kulaklıklarımı takmış en sevdiğim şarkılardan biri olan "Baby Don't Cry" dinleyerek yürüyüş yapıyordum.
Bir yandan da kendi düşüncelerimle boğuşuyordum. Bir elimle şemsiyemi tutarken,diğer elimle de rüzgardan dağılan saçlarımı toparlamaya çalışıyordum.

Yağmurlu havalara küçüklüğümden beri bayılırdım ve yağmur altında müzik dinlemeye de.

Uzun zaman olmuştu yalnız yaşayalı,ailemden uzak yaşayalı. Zaten yakında olsak bile uzaktık biz onlarla,çünkü kalplerimiz uzaktı,gönüllerimiz uzaktı.
Paraları,malları,mülkleri umrumda bile değildi.
Sevgi fakiri insanlardı benim ailem.
Paranın satın alamayacağı duygulara sahip değillerdi. Gerçi onlar sevgiyi dahi parayla satın alabileceklerini düşünüyorlardır belki de...

PARA PARA PARA!
Başka bir şey yoktu onlar için.

Beş yıldır yalnız yaşıyorum ve tek yaptıkları ayda bir hesabıma para yatırmak ve çalışanlarına yatırıldığına dair mesaj attırmak. Veremedikleri sevgiyi parayla karşılıyorlardı akıllarınca.

Bu beş yılda bir kere olsun benim nasıl olduğumu sormamışlardı ya da ziyaretime gelmemişlerdi. Gerçi hoş bende gitmemiştim.

Okulumu bitireli bir sene olmuştu. Mezuniyetime dahi gelmemişlerdi. Ama ben gelmemelerine asla şaşırmamıştım. Çünkü onların bu tutumuna alışmıştım. Evlatlarına karşı bu soğukluklarına alışmıştım. Ya da alışmaya çalışmıştım.
Mezuniyet günümde içten içe çok hüzünlenmiştim. Ben yetim ya da öksüz değildim ya da kimsesiz. Ama buna rağmen yanıma gelen ve beni tebrik eden bir aile üyem bile olmadı. Sadece canımdan çok sevdiğim erkek kardeşim Jisung beni aramıştı. O da okulundan dolayı gelememişti.
O gün yaptığım tek şey  mutlulukla ve sevinçle kucaklaşan yaşıtlarımı izlemek olmuştu.

Mezun olsam bile sürekli bir işte çalışmıyordum. Ressamlık, heykeltraşlık gibi sanat alanındaki çoğu şeyle ilgileniyordum. Ancak onlarla ilgilenirken kafamı azda olsa boşaltabiliyordum.

Hava iyice sertleşmeye başlayınca çalmakta olan Baby Don't Cry şarkısını durdurdum ve kulaklıklarımı çıkartıp çantama tıkıştırdım. Artık eve gitme zamanıydı derken bir inleme sesi kulağıma ilişti. Sağıma soluma baktım ama görünürde bir şey yoktu. Arka sokaktan geldiğini anladığımda oraya doğru yavaş adımlarla ilerledim.
İnleme sesleri daha da şiddetlenmişti. İyice ilerledim "Kim var orada?" diye seslendiğimde koşuşma sesleri gelmişti. İki üç kişi hızla koşuyordu. Bende zaman kaybetmeden ilerledim. Yerde  kanlar içinde bir genç yatıyordu. Yanında da kırık bir şemsiye duruyordu. Anlaşılan iki üç kişi onu dövmüştü,ben sokağa doğru seslenince de kaçmışlardı.
Acıdan kıvranıyordu. Dizlerini karnına çekmiş iki büklüm duruyordu. Yavaşça eğildim: "İyi misin?" diye sordum.
Ama cevap verecek hali yoktu. Hava soğuk olduğu için üşüyordu ve üzerinde sadece ince bir tişört vardı. Tam da su birikintisinin üzerinde kıvrılmıştı.
Ayağımla gencin yanında duran şemsiyeyi ittim ve canını yakmamaya çalışarak kolundan tuttum. Hafifçe sendeleyerek bana tutundu ve zorda olsa ayağa kalktı.

Şanslıydım ki evim çok uzakta değildi. Yavaş yavaş yürüyorduk,ama bacaklarına ve karnına çok fazla darbe yemiş olacak ki her adım atışında ağzından acı dolu bir inilti çıkıyordu.

Yolu yarılamıştık. Çok fazla canının yandığını surat ifadesinden anlıyordum derken gözlerinden yaşlar süzüldüğünü fark ettim. Ağzından bir hıçkırık kopunca başını omzuma yasladı,bedeni tir tir titriyordu,kesin hasta olacaktı.
Kahverengi saçları yüzüne yapışmıştı. Elimle onları ittim ve elimi yanağına yerleştirip sakinleştirmeye çalıştım.
Evimin ônüne geldiğimizde arka cebimden anahtarı çıkardım ve kapıyı zorla da olsa açtım. Bana hafifçe yaslanmış olan bedeni tuttum ve beraber ilerlemeye başladık. Kardeşim Jisung arada yanıma kalmaya geldiği için evimde ona ait bir oda vardı. Hemen Jisung'un odasına götürdüm ve yavaşça yatağa yatırdım.

Üzerindekiler ıslaktı. Jisung'un kıyafetleri ona uyar diye düşündüm ve gardıroptan bir pijama takımı çıkarttım.
Yatağa doğru ilerlediğimde ellerini yüzüne kapatmış ağlamaya devam ediyordu. Gerçekten bu haline içim parçalanmıştı. Zayıftı hem de çok zayıftı. Çelimsiz kolları ve ince bacakları vardı. Acaba o ne yaşamıştı?O adamlar onu neden dövmüştü? Onu böyle içli içli ağlatacak kadar ne üzmüştü,kim yaralamıştı kalbini?

Yatağın yanına oturdum ve ellerimi ellerinin üzerine koyup yüzünü açtım. Burnu kızarmıştı:
"Biraz daha böyle durursan hasta olacaksın. Hadi bu kıyafetleri giy ve ardından yaralarını temizleyelim." dedim ve gülümsemeye çalıştım. O da belli belirsiz gülümsedi. Gülümsemesi beni mutlu etmişti. Gözleri dolu olduğu halde bana gülümsemişti.
Başını onaylarcasına salladı. Ben de üzerini değiştirmesi için odadan çıktım.

••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Kuzularım lütfen hikaye hakkında görüşlerinizi yorum yaparak belirtin💗
Beğeni ve desteklerinizi bekliyorum ve sizleri çok ama çok seviyorum💗

Baby Don't Cry | Lee Taeyong #wattys2019 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin