ALTIBIZA KAÇIRMAYA HAZIR MISINIZ ?
Eğer ki cevabınız “Evet” ise, Outlast sizlere diken üstünde soğuk terler dökeceğiniz dolu dolu bir 4 saat vadediyor! Yok yok! Bu girizgâh yeterince iddialı olmadı! Şöyle söyleyeyim : Amnesia’dan bu yana yapılmış en ürkütücü maceraya çıkmaya hazırsanız; Outlast siz korku severler için neredeyse alternatifi bulunmayan bir dehşet karnavalı sunuyor! Eh… Şimdi oldu sanırım…
Outlast, tıpkı Amnesia serisinin yeni halkası olan A Machine for Pigs gibi, yollarını uzunca bir süredir gözlediğimiz, acılı kaşıntılarımızdan biriydi. Zaman aktı, proje şekillenmeye başladı ve oyunun şekillenmeye başlayan sureti bizleri iyiden iyiye meraklandırdı. Lakin oyunun son trailerının da internet ortamlarına zıplamasının ardından, Outlast’ın her baba yiğidin kalp ritmine göre bir oyun olmadığını da anlamaya başladık!
Derken, her tatlı bekleyiş gibi, Outlast’ı bekleme sürecimiz de sona erdi. Saatler gece yarısını vurmadan hemen önce, büyük bir heyecanla oyunu yükledik. Işıkları kapadık ve kamerayı hazırlayarak bizi bekleten musibetin kucağına doğru karanlıkta yol almaya başladık!
Outlast, indie oyun furyasının, iyide iyiye hız kazandığı böyle bir dönemde karşımıza çıktı çok şükür. Tamam, primitif işleyişe sahip, aklımızı kaşıyan bağımsız oyunların yeri her zaman ayrı kalacak orası kesin ama Outlast ile birlikte, bağımsız oyunların da nicel anlamda ne kadar kaliteli olabileceğini bir kere daha kanlı canlı bir biçimde deneyimlemiş oluyoruz.
Malumunuz Outlast, korku severler tarafından uzunca bir zamandır beklenen bir projeydi. Öncülüğünü Amnesia’nın yaptığı (ki bir adım gerisinde her ne kadar tam bağımsız bir yapım olmasa da Cryostasis’i bu halkanın içine alabiliriz) oyuncunun kendini savunma şansından mahrum olduğu, ard arda panik ataklar geçirdiği ve bir umacının ağına düştüğü anda da kestirmeden tahtalı köyü boyladığı bu yönelim; Outlast ile birlikte çıtasını biraz daha yükseltmiş anlaşılan. Kasvetli mekânların burnunuzun dibine dayadığı bitmek bilmez bir tehdit, üzerinize üzerinize gelen duvarlar, gölgelerin ardına gizlenmiş ve etinizden et kopartmaya ant içmiş mahlukatlar! Türün bileşenlerinin tamamını Outlast’te bulabilmeniz mümkün!
EL KAMERAM, BEN VE UCUBELERİM..
Oyunda Miles Upshur adında bir gazeteciyi kontrol ediyoruz. Bu türün vaz geçilmezi olan pek çok “meraklı karakter” gibi o da kendisine araştırmak için envai çeşit mahlukatın cirit attığı bir akıl hastanesini seçiyor. Fakat karşılaştığı hiçbir terslik, onun titreye titreye de olsa gölgelerin içine dalmasına engel olmuyor.Tabi Upshur’un bedenine hapsolmuş olmamızın başka dezavantajları da var. Mesleğimiz gazetecilik olduğu için, oyunun ilerleyen dakikalarında, elinde ne var ne yok düşmana kafa göz girişen tipik bir survival horror kahramanına falan dönüşmüyoruz. Kendimizi savunmaktan aciz olduğumuzdan dolayı, dara düştüğümüzde genellikle iki seçeneğimiz bulunuyor önümüzde. Ya bulduğumuz ilk noktaya saklanma ya da erkekliğimizi çöpe atarak topuklama seçeneklerine sahibiz. Tabi yaratıklarla oynadığımız bu abuk saklambaç oyununda, zaman zaman sobelenmemiz de kaçınılmaz oluyor!
Oyun boyunca herhangi bir silah kullanmıyoruz ve hayatımız da büyük oranda elimizde tuttuğumuz kameraya bağlı. Özellikle zifiri karanlık mekânlarda kameramızın gece görüşünü açmadan ilerleyebilmemiz pek de mümkün değil! Dolayısıyla diğer survival horror oyunlarının aksine, burada cephane değil, yedek pil peşinde koşturuyorsunuz. Kameranızın değerini en çok, onu kaybettiğinizde anlıyorsunuz zaten. Oyunun en gerilimli anlarıysa, bir yandan tabanları yağlarken diğer yandan kameranızın bataryasını değiştirmek zorunda kaldığınızda geliveriyor.
Outlast, oldukça sert başlayan bir oyun. Hiçbir dolambaca girmeden hikâyeye balıklama atlıyor ve Upshur’u devasa akıl hastanesinin koridorlarına mıhlıyor. Genellikle tahmin edilebilir korkutma hamlelerine sırtını dayasa da, uyguladığı metotlar neredeyse her seferinde sizi yerinizden zıplatmaya yetiyor. Tıpkı Amnesia, Nosferatu : Wrath Of Malachi, Call Of Cthulhu: Dark Corners Of The Earth ya da Undying gibi türün kilit oyunlarından aşina olduğumuz gibi; açmaya yeltendiğimiz her kapının ardı, her kirişin gölgesi, potansiyel bir düşman yuvası kıvamında! Bu bakımdan, Outlast aslında oyuncuya istediklerini ve beklediklerini sunduğu için pek orijinal değil ama bu fikirleri olabilecek en dolambaçsız biçimde oyuncuya sunduğu için her halükarda korkutma işlevini yerine getiren bir oyun. Tabi piyasadaki pek çok emsaline göre, grafik şiddet içeriği konusunda da oldukça cömert davranmış yaratıcı ekip. Zaman zaman found footage kıvamında bir istismar filminin içindeymiş gibi hissediyorsunuz kendinizi.
Sadece survival horror anlayışınızı değil genel anlamda FPS anlayışınızdaki değişimin üzerine birkaç kat sıva çekiyor Outlast. Fakat her ne kadar konsept olarak birbirlerine benzeseler de, Amnesia ile Outlast arasında önemli bir fark var. Amnesia’daki neredeyse varoluşsal yalnızlık, karanlık mekanlarda yakamızı bir türlü bırakmayan o tekinsizlik hissi ve yaratıklardan koşarak kaçamama sıkıntısı, Outlast’ta yok! Bu açıdan Outlast’in daha dinamik bir oynanışa sahip ve adrenalin kaynağının; hilkat garibeleriyle giriştiğimiz kedi fare kovalamacasına dayanıyor.
BİR ŞEYLER BULDUM SANKİ?
Malum, korku – gerilim sinemasında önü alınamayan “mockumentary” çılgınlığının hakimiyeti ufaktan kabak tadı vermeye başladı. Diğer taraftan found footage ögeleri ilk defa bir video oyunda bu kadar efektif bir biçimde kullanılıyor. Hatta bu mecranın, video oyunlara, vizyon filmlerinden daha çok yakıştığı acı bir gerçek!
Outlast’in bağımsız bir oyuna göre fazlasıyla detay barındırdığını söylemiştim. Çevre tasarımları ve aydınlatmalar gerçekten de yapım ekibinin, mevcut olanakları sonuna kadar zorladığını hissettiriyor. Canavar tasarımları her ne kadar, atmosferi kadar parlak gözükmese de (büyük ihtimalle emsal tasarımlar yüzünden kapıldığım göz aşinalığı yüzünden bu kadar acımasız bir yorum yapıyorum) Clive Barker ve Todd Mcfarlane gibi isimlerin çalıştığı ekiplerin elinde yoğrulmuş izlenimi veriyor.
Son tahlilde Outlast, korku severlerin beklentilerini sonuna kadar karşılayan bir oyun. PC başında sık sık kalp krizi geçirmenizi sağlayacak bir cevher. Kısa süresi ve hızla akıp giden hikayesiyle, kısa süreli de olsa, keskin bir adrenalin patlaması vadediyor. Bu keyifli sürüşün hemen ardından da korku severlere, arayı fazla soğutmadan Amnesia : A Machine For Pigs’i beklemek düşüyor… Bir saniye? Kim var orada?!