19. Bölüm

1.2K 95 22
                                    

Uykuya dalmadan önce, her zaman olduğu gibi Thranduil'i düşünmeye başladım. Yüzünü, yürüyüşünü, kızgınlığını... Ve her zaman olduğu gibi, hayalimin asla gerçek olmayacağı düşüncesi kalbime bir hançer saplıyor, yavaş yavaş derinlere iniyordu. Okyanus mavisi gözleri, ince dudakları... Bir türlü çıkmıyordu aklımdan, bir türlü çıkmıyordu kalbimden, o kanlı hançer... Acımın dinmesine biraz olsun yardım eden gözyaşlarım, hava ile temas edince kapattım gözlerimi. Ve yine onu gördüm rüyamda, yine mutlu oldum kısa bir süreliğine, yine o seviyordu beni...

                                                                                                       *** 

"Beyza! Yola çıkıyoruz! uyan!"


Gecenin zifiri karanlığını aşıp, sabahın ilk ışıkları eşliğinde çıktık yola. Yine koşuyor, yine durmuyorduk. Bu, molalarla birlikte iki gün daha devam etti. Ben bitkin, onlar enerjik bir şekilde devam ederken, Tauriel'in sesini uzun zaman sonra tekrar duydum: "Galiba önümüzde yine bir insan kasabası var." Daffodil başını sevinçle yukarı kaldırdı."Nerede? Nerede!" Legolas ise burayı biliyor gibi görünüyordu. "Burası Laketown." dedi, gözlerini kısarak. "Cüceler buraya uğramış olabilirler." Bu sözler içimde bir kıpırtıya neden oldu. Cüceleri ve Bilbo'yu çok özlemiştim. Onları görmek ve onlara bir güzel sarılmak istiyordum. 


"O zaman gidelim!" dedim sabırsızca. Daffodil de tabii ki bana katıldı. "Onları arayalım." diye yineledim sözlerimi. Legolas başını salladı. " Ya buradadırlar ya da buraya uğrayıp yola koyuldular. Bunu öğrenmenin tek çaresi kasabaya inmek." Daffodil sevinçliydi. Benim ise tek isteğim onları görmekti. Bir göl kasabası olan Laketown'a gidebilmek için ise bir kayığa binmek gerekiyordu. Bunu, balıkçılara bir miktar altın teklif ederek, onların kayığına binmekle hallettik. 


Kasabaya doğru girerken, tüm bakışlar bu üç elfin üzerindeydi. Fakat önceki kasaba halkı gibi değil, sanki biraz tuhaf bakıyorlardı. Biz kimseyi takmamaya çalışırken kasabanın ortasından geçen nehirden etrafı gözlemliyorduk. "Dur!" dedi Legolas, bizi getiren balıkçıya. "İniyoruz." Sırayla kayıktan inerken, Legolas temkinli gözlerle etrafı inceliyor, cücelere dair bir ipucu arıyordu.  


Dar ve balık kokan yollardan ilerlerken, gözüme tanıdık bir şey takıldı. Kukuleta! "Bekleyin!" diye seslendim önden giden elflere. "Burası. Eminim." Şaşkınlıkla bakan bakan üç çift göz, belli ki daha fazla bilgi bekliyorlardı. "O kukuleta, o bir cüceye ait! Buradan geçmişler. Eminim!" Legolas gösterdiğim kukuletayı aldı ve burnuna yaklaştırdı. "Haklı." dedi. "Onlar gibi tuhaf bir kokusu var." Gözlerimi devirdim. "Tuhaf bulduysan bana ver." 


Legolas, kukuletayı bulduğumuz yerin üstüne baktı. "Demek ki buraya girmişler." merdivenlerden çıkmaya başlayınca, biz de onu takip ettik. Legolas, tahta, çürük kapıyı tıklattı. Birkaç kere tıklama sonucu herhangi bir hareket olmayınca "Balıkçı!" diye bağırdım. Her tuhaf hareketimden sonra karşılaştığım üç çift göz yine bana bakarken, kapının açılmasıyla, bilmiş bir tavırla "hıh" ladım.


Karşımızda sakallı, şaşkın ve biraz da kızgın bir adam duruyordu. "Ne istiyorsunuz?" diye sordu aksi bir tavırla. "Bunu içerde konuşamaz mıyız?" dedim bir şeyler belli etmek istercesine. Adam, gözünü arkamdaki üç elfin üzerinde gezdirdi. "Merak etmeyin bayım." dedim güven dolu bir sesle. "Bizler kimseye zarar vermeyiz." Sakallı adam biraz bekledikten sonra "Olmaz!" dedi hiddetle. "Olmaz." Kapıyı kapatmaya hazırlanırken ayağımı eşiğe geçirdim. "Bizi içeri alın bayım." Bu sefer sesim dişlerimin arasından çıkmıştı. Sinirlenmiş ve sabırsızlanmıştım. Adam etrafa göz gezdirip bizi içeri davet etti.


"Ne istiyorsunuz?" diye sordu kapıyı kapatınca. "Bilgi." diye cevapladı Tauriel. "Ne bilgisi? Benim bir şey bildiğimi nereden çıkardınız?" "Cüceler." dedim kendimden emin bir şekilde. "Buradalardı. Şimdi neredeler?" Cüceler lafını duyar duymaz yüzünü buruşturdu, sakallı adam. "Gidin buradan. Size söyleyecek bir şeyim yok." "Biz onların tarafındayız. Buraya uğradılar mı? Şimdi neredeler bilmemiz gerekiyor." 


Adam, düşünceli bir şekilde sakalını ovuşturdu. "Onların düşmanı olsanız da fark etmez. Artık onlarla işim yok. Onlar bu halkı tehlikeye sürükleyecekler!" "Kehanetten bahsediyorsun." dedi Legolas. "Fakat ejderha bir gün elbet saldırıya geçecekti. Sence bunun, altınlarına ve halkına tekrar sahip olmak isteyen cücelerin önayak olması kadar doğal bir şey olabilir mi?" Adam sinirliydi. Odada bir o tarafa bir bu tarafa dolaşırken araya girdim:" Adınız nedir bayım?" "Bard." Dedi, arkası dönük bir şekilde durunca. "Bard, biliyorsun, ben de insanım. Bu halkın başına bir şey gelmesini senin kadar ben de istemem. Bize cücelerin yerini söyle. Dağdaki altınların bir kısmı sizin olur, böylece daha güvenli ve işlek bir yere taşınabilirsiniz."


Bard, bu teklife şaşırmış görünüyordu.  Elfler de bu sözlerime en az onun kadar şaşkındı. Tahminimce cücelerin bunu kabul edip etmeyeceğini düşünüyorlardı. "Merak etme." dedim. "O hazinede benim de payım var. Onu size veririm. Ve emin ol payım yeterince büyük." Evet bundan emindim. Bard biraz daha düşündükten sonra, önümüzde durdu. "Buradaydılar." Bu sözler içimi rahatlatmıştı. "Oraya gittiler. Gitmemelilerdi. Buraya felaketi getirecekler. Bu kehanette yazıyor."


"Kehanette avcı da yazıyor mu?" diye sordu Legolas. Bard şaşırdı. "Onun gelmiş olma ihtimali çok düşük. Olamaz... O gelmiş olamaz." Legolas güldü. "Yanılıyorsun. İşte tam karşında duruyor." Bard'ın gözleri biraz daha açıldı. "Ciddi olamazsın. Avcı sen misin?" Güldüm. "Nasıl büyük bir payım var sanıyorsun?" Bard güldü. Hatta kahkaha attı. "Bu iyi! Bu çok iyi! Avcı kehanette bizi kurtarıyor! Sen kurtarıcımızsın!" Güldüm. "Umarım herkesi kurtarabilirim." Bard başını saygıyla eğdi. Herkesi, umarım herkesi kurtarabilirim...



Tahminleri alalım :D

Elf KralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin