38. Bölüm

1.5K 82 42
                                    

Yumuşak bir doku, tenimi gıdıklıyordu. Uzun bir süredir kullanmadığım vücudum bitkin düşmüş, göz kapaklarımın altında korunan gözlerim karanlığa alışmıştı. Başımı yukarı kaldırıp gözlerimi kırpıştırmaya çalıştım. Ardından yanımdan gelen bir ses işittim:"Uyandı! Uyandı!"

Hala ışığa alışmaya çalışan gözlerimi tam olarak açamadan yaklaşan, hızlı ayak sesleri duydum. Sonunda açmayı başardığımda karşımda Bilbo Baggins duruyordu. "Beyza." dedi, çok şey yaşamış bir eda ile. "Seni özledik." dedi ve yavaşça sarıldı. "Maalesef benim özlemeye fırsatım olmadı." Bilbo gülümsedi. Buğulu gözleri, arkasındaki kişiye döndüğünde, Daffodil orada bekliyordu. Bir süre bakıştıktan sonra, gözünden bir damla yaş geldi. Yanıma yaklaştı ve başucumda diz çöktü. "Sözünü tuttun!" dedi. Boynuma sarıldı. "Bu bir mucize... Sen bir mucizesin..."

"Merak etme Daffodil, mucizeler hep bizimle olacak." Daffodil başını salladı ve geri çekildi. Ardından insan şekline bürünmüş ve İpek bir gömlek de giyinmiş olan Owein, başını eğdi. "Seni koruyamadım." Başımı iki yana salladım. "Ne demek istiyorsun, hala yaşıyorum. Yardımların olmasa bu hale bile gelemeyecektim." Owein gülümsedi. "Yaşadığın için çok mutluyum." Ardından Daffodil'in yanına gitti ve onun elini tuttu.

Bu küçük ayrıntıyı daha sonra gözden geçireceğim.

Büyük bir gürültü, fazlasıyla güneş alan odanın kapısından girdi. En önde Thorin ve arkasında cüceler, tek sıra halinde dizildiler. Thorin bir adım öne çıkarak konuştu: "Yolculuğumuzun başından beri bizi kurtarmaya devam eden, sonunda evimizi geri almamızı sağlayan ve hayatımı kurtaran, büyük kehanetin avcısı Beyza... Sana nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz. Ben ve cücelerim, tekrar kurduğumuz krallığımıza, seni her zaman ağırlamaktan onur duyarız." "Thorin, yaşadığın için çok mutluyum. Ve sizler de asla bana bir şey borçlu değilsiniz. Sizinle yolculuk yapmaktan onur duydum." Biraz durdum. "Krallığı yeniden kurduk mu dediniz?"

Bu sefer; Legolas, Bard ve Tauriel'in ardından kapıdan başını eğerek geçen gri büyücü cevap verdi: "Üç haftadır baygınsın. Bu dirilmek için kısa, krallık kurmak için yeterli bir süre." Başımı salladım. "Peki Smaug nerede?" "Erebor'da." dedi Gandalf. "Yine altınları koruyor. Bir de cüceleri." Yüzümde beliren kocaman gülümseme, kapıdaki kişiyi görmekle şaşkınlığa dönüştü.

Bu ifademi görüp de kapıya bakan herkes, odayı terk etmeye başladı. Üç hafta önce, orada dediklerimi ve onu öptüğümü hatırlayınca yanaklarım yanmaya başladı. Thranduil, herkes çıktıktan sonra yavaşça gelip, yatağıma oturdu. Yüzünde telaşlı bir gülümseme vardı. Ne diyeceğini düşünüyor gibiydi. Utangaç bir şekilde bakışımı ellerime indirdim. Mutluluğumun ve heyecanımın zirvesindeydim. Bunu fark eden Thranduil, ellerini ellerimin üzerine koydu. Hissettiğim sıcaklık, büyük bir hızla kalbime ulaştı ve yeni bir patlamaya sebep oldu. Ellerinden biri ile çeneme dokundu ve başımı kaldırdı.

Buluşan gözlerimiz, her şeyi itiraf etmek için bekliyor gibiydi. Uzun bir sessizlikten sonra Thranduil, konuşmaya başladı: "Nereden başlasam bilemiyorum. Çok kısa bir süre önce cücelerden nefret ediyordum. Kendimi insanlardan, hatta diğer elflerden bile üstün görüyordum. Ama şimdi... Geçen şu üç haftada fark ettim ki sensiz; çiçeği olmayan bir toprak, incisi olmayan bir deniz gibiyim." Elini yavaşça yanağıma getirdi. "Bu uzun hayatımda, yaşadığımı yeni fark ediyorum. Eğer sen olmazsan, ölmeyi de fark edeceğim."

Konuşamıyordum. Sadece bakıyordum. Bu sözlerine nasıl cevap vereceğimi düşünürken, gözlerim sulanıyordu. Beni seviyordu... Beni gerçekten seviyordu. Hem de çok seviyordu. Ben de ona sevgimi göstermeliydim.

Bir elimi, yanağımda duran elinin üzerine koydum. "Öyle ki, toprağı olmayan bir çiçek yaşayamaz. Bir inci denizden başka yerde bulunmaz." Thranduil gülümsedi. Alnını alnıma dayadı. Elini saçımda gezdirdi. Ama gülüşünde bir hüzün vardı. "Senden uzun yaşamak istemiyorum." Bunu öyle derinden söylemişti ki, ağladığını düşündüm.

Elimi onun yanağına koydum. "Thranduil, dediğim gibi. Ben senin için yaşamayı seçtim. Büyü, sihir veya mucize. Emin değilim. Ama bir elf gibi ölümsüz olacağım." Thranduil geri çekildi. Gözleri gerçekten dolmuştu. Gözlerime baktı ve konuştu: "O zaman incimi sonuna kadar koruyacağım."

"Bu arada..." dedim, hem gerçekten merak ettiğimden, hem de bu hüzünlü havayı dağıtmak amacıyla. "Daffodil ve Owein..." Thranduil başını salladı. "Bir toprak daha çiçeğine kavuştu." Güldüm. "Üç haftada çok şey değişti." Başını salladı. "Önemli olan bundan sonrası." Biraz durdu. Ayağa kalktı ve yanımda dikildi. "Beyza..." Bu ciddi eda beni meraklandırmıştı. "Bugün ve son nefesime kadar, seninle birlikte olmak istiyorum. Seni korumama ve seni sevmeme, bunu sonsuza kadar sürdürmeme izin verir misin?"

Üç hafta önce, bu anı görsem acaba ne hissederdim? Beni sevdiğini bilsem, neler yapardım?..

Yatağımda yavaşça doğruldum ve ona döndüm. "Biliyorsun bunun için ölümsüz oldum." Son kelimeyi söylememle gözlerimden yaşlar akması bir oldu. Thranduil yaklaştı ve sarıldı.

***

Thranduil ile kol kola, yemyeşil ağaçların ve renk renk çiçeklerin arasında duran köprüye doğru yavaşça ilerledik. Thranduil, tam olarak iyileşmemiş olan vücudumu yormamak için dikkat ediyor, en ufak bir öksürüğümde tedirgin oluyordu. Onun bu hali beni gülümsetiyordu. Bunu gördüğünde ise sakinleşiyor, o da gülümsüyordu. Köprüyü geçip biraz ilerledikten sonra karşımızda, herkesin bulunduğu ve ziyafet verdiği bir alan duruyordu. Cüceler kahramanlık şarkıları söylüyor, Gandalf elflerle sohbet ediyordu. Geldiğimizi gören Daffodil, sevinçle yanımıza koştu.

"Beyza! Kralım! Gelmişsiniz. Gerçi, artık size kraliçem diye hitap etmem gerekiyor. Kraliçem ve kralım, geldiniz! Ziyafetimize şenlik verin, bize katılın!" O kadar heyecanlı konuşuyordu ki, oradaki herkes durup bize baktı. "Saçmalama Daffodil, sen benim her zaman arkadaşım, hatta silah ustamsın. Sana usta diye mi hitap etmeliyim?" Daffodil başını iki yana salladı ve beni bir kenara çekiştirdi. "Peki, Beyza! Gel, senin için böğürtlenli tart yaptırmıştım. Odana getirecektim. Madem buradasın, şimdi ye!" Başımı salladım. "Peki ama, ondan önce bana söylemen gereken bir şeyin yok mu?" Daffodil durdu, düşündü. Yanakları kızardı.

"Yapma Daffodil, utanacak biri varsa o da benim. Üç hafta önce... Orada... herkesin ortasında..." "Tamam, tamam!" dedi Daffodil gülerek. "Şey, görünüşe göre fark etmişsin. Eh, Owein ve ben... Biz birbirimizi... Sizin gibi." Güldüm. "Hadi Daffodil, söyle şunu!" "Ah, biz birbirimizi seviyoruz!" "Peki, bu nasıl oldu?" "Şey... Ben, seni öyle görünce... Yani üç hafta önce, çok üzüldüm. Öyle üzüldüm ki, ormana girdim ve birkaç gün kimseyi görmedim. Sonra, orada Owein ile karşılaştım. Bana bakıyordu. Gözleri kanlıydı. O da çok üzgündü. İnsan formundaydı. Dayanamadım ve ona sarıldım. Çünkü çok üzgündüm ve... ve çok yalnızdım, anlıyor musun? Sonra çok utandım ve geri çekildim. Daha doğrusu çekilmeye çalıştım. Ama bu sefer o beni bırakmadı." "Ahh, Daffodil bu çok tatlı!" dedim gülerek.

"İki en sevdiğim canlı, birbirini seviyor." "Peki ya siz?" dedi Daffodil. "Bu sefer yanakları kızarma sırası bana gelmişti. "Biz ne?" dedim, anlamamış gibi yaparak. "Bana bundan hiç söz etmedin." Başımı salladım. "Bunun nasıl görüneceğimi tahmin etmekten korkuyordum, Daffodil. Sana olan güvenim sonsuz, fakat beni öyle görmeni istemedim." "Anlıyorum." dedi. "Eh, artık kraliçesin. Kraliçemsin!" "Daha değil." Dedim gülerek. "Ama sanırım kraliçe olmayı kabul ettim." Daffodil güldü. "Bu, muhteşem."

Bölüm geliyor diye mesaj attım ve internet gitti... Ayrıca, bundan sonra kaç bölüm olur bilmem ama bildiğiniz gibi final yaklaşıyor. Sonrası ile, yani yüzüklerin efendisi kısmı ile devam eder miyim, bilmiyorum. Aklımda bir hikaye daha var. Sizlerle onu paylaşmayı da çok isterim ❤️ Beni yazmam için cesaretlendirdiniz. Teşekkür ederim 🙏🏻 😊

Elf KralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin