22. Bölüm

1.3K 93 79
                                    

Hahah... Ezikler... Budalalar sizi... Bu kadar mı?..

Bu sözleri rüyamda söylediğimi anladığım an, aynı zamanda bir yaratığın beni taşıyor olduğunu da fark etmiştim. Görüşüm, yere yaklaşıp uzaklaşan kollarımdan oluşuyordu. Hala netleşmeyen gözlerimi kırpıştırdım ve olan biteni anlamaya çalıştım. Evet, bir yaratık beni sallaya sallaya taşıyordu. Kafamı zorla kaldırıp baktığımda ise tanıdık ve iğrenç bir suratla karşılaşmıştım. Lanet olası orclar...

"Nasıl?" dedim. "Siz ölmüştünüz... Ben sizi öldürmüştüm." Ok yüzünden sersemlemiştim. Hafızam çok net değildi. Bunu öğrenmek için omzumu kımrattığımda hissettiğim acıyla bir küfür haykırdım orclara. "Sessiz dur." dedi beni taşıyan orc. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum, suratına bakarak. Cevap vermediği için uzun süre havada tutmak zorunda kaldığım boynumu pes ederek serbest bıraktım. Orc'un karnına çarpan kafam, acıyla sızlamış, orc ise cevap olarak beni tekrar sarsmıştı.

İç çektim. Gandalf beni öldürmek istiyordur şimdi...

"En azından ne kadar sürecek onu söyle." Orc, beni tınlamıyordu. "Demek beni canlı istiyor Azog'unuz... Ama omzumdaki yara, tahminimce zehirli bir orc  okuna ait... Bu ne demek biliyor musun?" Sanki biraz dikkatini çekmeyi başarabilmiştim. "Eğer orası temizlenmezse öleceğim... Bu da Azog'un emrini yerine getirmediğiniz anlamına gelir." Orc, sonunda durdu. İlerdeki birine seslendi ve çok geçmeden tepeme iki felaket çirkinlikte orc üşüştü. "Ne oluyor?" diye sordu biri, yüzü kadar çirkin sesiyle. "Ölecek yarayı temizlemezsek eğer. Azog da bizi öldürecek. Temizlemek gerek yarayı. Azog öldürür bizi." Diğer orc pis pis bana baktı. "O zehirsiz bir oktu seni aptal."

Ardından iki orc tekrar öne geçti ve yürümeye devam etmeye başladılar. "Olamaz." dedim. "Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?" Orc'un konuşmasına bakılırsa, tahmin ettiğimden daha aptaldı. Ayrıca okun zehirli olmadığına emin olmuştum. "Sana aptal dedi. Bu ne demek biliyor musun?" "Aptal, aptal demek." dedi orc. İlk defa bana cevap vererek. Bu iyi bir gelişmeydi. "Evet, ama aptal ne demek? Eminim sana bunu hep diyorlardır. O senin komutanın mı?" "Tek komutan Azog." dedi gözünü yoldan ayırmadan. "O zaman sana sadece Azog aptal diyebilir. Eğer biri sana aptal derse, ona dersini vermelisin. Yoksa hep aptal demeye devam ederler." Orc gözünü kısa bir süreliğine bana çevirdi ve masumca gülümsedim.

"Aptal derse dersini ver." diye tekrarladı sözlerimi. Aynen öyle kocaoğlan...

Artık bıkmış olduğum yollarda yine mola için durmuştuk. Orclar acıkmış, daha da aptallaşmışlardı. Ben ellerim bağlı bir şekilde bir ağacın kenarına oturtulmuş, onları izliyordum.Kimisi kocaman odunları taşıyor ve belirlenen yere bir hışımla atıyordu. Kimisi de biraz sonra gelecek olan kurbanı iştahla yiyebilmek için ateşi yakmaya çalışıyordu. Ama tuhaftır ki, yakamıyorlardı. Bu hallerine güldüm. Beni gören bir orc, sinsi gözlerini üzerimde gezdirdi. "Hey, dişi insan!" diye bağırdı.

Cevap vermedim. Hantal hantal yürüyerek daha yakınıma geldi. "Yak ateşi." dedi bu sefer. "Ben ateş yakamam" diyecekken, tabii ki bu aptallığı yapmadım. Bağlı ellerimi gösterdim. "Sence böyle iken ateş yakabilir miyim?" Orc, kaşlarını çattı. Biraz duraksadı ve etrafına bakındı. Uzunca düşündükten sonra, yaklaştı ve benden aldığı, Daffodil'in verdiği hançer ile ellerimin bağını çözdü. Çok bilen bir tavırla, yavaş yavaş ateşin başına yaklaştım. Orclar beni izliyorlardı. Bunu fırsat bilip odunların başına çöktüm, "Hmm." dedim seslice. "Hayır, hayır..." Elime bir odun alıp inceliyormuş gibi yaptım. "İşe yaramaz." deyip fırlattım kenara.

"Bunlarla ateş yakabileceğinizi mi sandınız?" Orclar birbirlerine baktılar. "Sen!" dedim, önümde duran bir orc'u işaret ederek. "Git ve ıslak odun bul." Orc başını salladı ve aramaya koyuldu. "Ve sen!" dedim, karşımda dikilen bir diğer orc'a. "Sen neyi bekliyorsun? Bir sürü oduna ihtiyacımız var, bir sürü!" Etrafıma baktım. "Siz neyi bekliyorsunuz!" Orclar, telaşla bir o tarafa bir bu tarafa koşturmaya başladılar. Eğlenmeye başlamıştım.

Bir süre hepsinin yaş odunları tepelemesini bekledim. Bu olduktan sonra, beni taşıyan orc'un yanına sokulup "Sanırım, sana yine aptal dedi." diye fısıldadım kulağına. Bunu duyan orc, sinirle baltasını kaptığı gibi, kendisine aptal bile demeyen bir orc'a saldırdı. Bunu gören diğerleri, kimse saldırdığını bilmeden baltalarını savurmaya başladılar. Yeterince eğlenmiştim ve artık gitmeliydim.

Orcların mekanından ayrıldıktan sonra iki küçük sorunu fark ettim: Hançerlerim ve geldiğim yol!

O hançerleri seviyordum. Onları cidden seviyordum ve kaybolmaları beni çok üzmüştü. Nasıl bu kadar akılsız olabildiğime kızarken, karanlıkta ayağıma takılan bir şey ile yere yapışmıştım. Yavaşça doğruldum. Şimdi de aptal gibi karanlıkta, nereye gittiğim belli olmadan yürüyordum. Orclara bu kadar aptal dememeliydim.

Ay ışığı, sadece ona doğru olan yolu aydınlatıyor, gerisine karışmıyordu. Derin bir nefes verdim ve yine karanlığa gömülmeyi bekledim. Gözümü açtığımda, her yer karanlıktı fakat bunu öncesinden ayıramıyordum. Görüş kazanmış mıydım yoksa gecenin karanlığı beni mi aldatıyordu?

Her neyse... İllaki yoluma devam edeceğim.

Orta dünyada tek başıma kalmıştım ve beni öldürmek isteyen kötülüklerin efendisi tarafından aranıyordum. Korkuyordum. En çok da bir daha Thranduil'i görememekten ölesiye korkuyordum. Ona en azından onu sevdiğimi söylemek istiyordum. Yine de, hemen kötü düşüncelere kapılmamak en iyisiydi. Karanlığı delerek, bir miktar yol aldıktan sonra, görüşümün etkisi diye düşündüğüm, düzenli yeşil ışıklar gördüm uzakta.

Daha iyi görebilmek için gözümü kıstım. Evet, resmen havada süzülen yeşil ışıklar vardı. Sanırım oraya gitmeliyim. Bilirsiniz, ormanda tekseniz ve yeşil bir ışık gördüyseniz onu takip etmelisiniz. En azından merakınız gider...

Ama bir sorun vardı. Yeşil ışık ile aramdaki mesafe hiç bitmiyor gibiydi. Yoksa ben deliriyor muydum?

Bu olaydan emin olduktan sonra çaresizce yere oturdum. O an, oturduğum yerin bir kar tabakası olduğunu fark ettim. Cidden mi? Bu kadar şanssızlık biraz fazla değil mi?

Yapacak bir şey yoktu. Sabahı bekleyecektim. Önümü göremeden hiçbir şey yapamazdım. Fakat büyük bir sorun vardı... Eğer karda uyuyakalırsam, sabaha ölmüş olurum... Ya sıcak bir yer bulacaktım, ya da ölmemek için uyanık kalmaya çalışacaktım. Elimle biraz yerleri yokladıktan sonra hiçbir şey bulamayıp, umutsuzca çöktüm karın üstüne. En azından altımdaki karları temizlemeliyim.

Sırtımı dayayacak bir yer bulup, altımdaki karları temizledim. Bu gece uyumamalıydım. Thranduil için, uyumamalıydım...

Zaman geçtikçe, göz kapaklarım ağırlaşıyor, bedenim güçsüzleşiyordu. Soğuğa karşı direncim azaldıkça titremem artıyor, umudum yitiyordu. Dayanmaya çalıştım. Tüm gücümle, Thranduil'i düşünerek dayanmaya çalıştım. Sonra soğuk bir karanlık sardı bedenimi. Gittikçe koyulaşan karanlıkta süzülüyordum. Sonu yoktu, düşmekte olduğum çukurun...

***

Bir sarsıntı hissettim.

Soğuk yine kapladı bedenimi.

Ama aydınlıktı görüşüm.

Hissettim sıcaklığı tenimdeki.

Netleştirdim görüşümü ve konuştum: "Daffodil?"

Bir günde iki bölüm... Kötü olduysa sizin suçunuz :d

Zehirsiz bir ok yerine zehirsiz bir orc yazmışım ve kimse düzeltmemiş ! xD

Elf KralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin