Zaman çok acımasızdı ben de çok şefkatliydim. Söküldüm, döküldüm ve belki de tüm bunların arasında en çok da sevildim.
Menekşe apartmanın çatısında oturduğumuz bir an şekilleniyor gözümde. Gün battı batacak, kalbim göğsümden çıktı çıkacak. Bir yer bezinin üstünde uzanıyoruz. Kırmızı, ucu yırtık, çiçek desenli bir örtü. Zeynep teyze hâlâ örtüsünü koyduğu yeri hatırlamaya çalışıyor. Avuçlarımda o zaman çatlamaya başlamış bir zaman var, bilsem daha sıkı tutardım örtüyü. Parmaklarımın arasındaki kumaşa hapsolurdu ve böylece daha fazla eksiltili cümleler duymak zorunda kalmazdım.
İki parmağının arasında tuttuğu sigarayı dudağına yerleştirmeden evvel etrafı kolaçan ediyor. Babasının etrafta olmadığından iyice emin olduktan sonra çekiyor bir nefes içine. Karnında uzanırken ona gülüyorum. Ne korkak çıktın diye üstüne gidiyorum. Onu sinirlendirmek istiyorum. Kaşları çatılınca hep daha güzel oluyor. O hep kaşlarını çatıyor. Kendini rahat bıraktığı bir an olup olmadığını merak ederdim eskiden. Hep tetikte dururdu. Şimdi bilmiyorum, göremiyorum. Gerçekten tüm bunlar gerçekleşti mi? Tüm bunlar gerçekleşmeden önce zaman daha mı vefalıydı?
Zamanı vefasız yapan biz miydik?
Hep yaptığından şaşmıyor. Sigarayı tekrar parmakları arasına alırken kendi kendine şarkı söylemeye başlıyor. "...seviyorum diyerek bırakıp da gidenler..." Her gece, ayazın kendini iyice belli ettiği o vakitlerde çivisi sökük penceremin tellerini itip içeri girerdi. Küçücük penceremden sığmaya çalışırken hep küfür ederdi. Ağız alışkanlığıymış, öyle diyor. Hâlâ böyle mi? Düşünmek istemiyorum ama...Hâlâ hayatta mı? Paslı çivinin elinde bıraktığı iz hâlâ duruyor mu? Onu düşünmek için kendime binlerce bahane türettim.
Yatağın kenarına oturur, bildiği tek şarkı buymuş gibi ben uyuyana dek aynı şarkıyı söyler dururdu. Babam ölmüştü, gecelerim sancılanmıştı. Ben babasız kalmıştım. Gecelerim de ninnisiz. Böyle söylemiştim ona. Ondan beri her gece gelir olmuştu. Hep aynı kısımda uyukladığımı söylerdi. "...geride kalanları hiç mi hiç düşünmezler..."
Artık o da yoktu. Ben geride kalmıştım.
O da beni hiç düşünmemişti.
Zaman çok acımasızdı, ben çok şefkatliydim. Gittiği dakikalara sığındım, yetmezmiş gibi yelkovanın ucuna oturup saatlerce ağladım. Aynı rakamların üstünde sallanıp durdum. Zamanın eli ne ağırdı. Zaman zaman zaman. Dilimde dönüp duran ama asla erimeyen o renkli şekere benziyor. Paylaştığımız son şeyin sadece birkaç dakikadan ibaret olması ne tuhaf, yıllarca paylaşılanları hesaba katarsak.
Sadece birkaç dakika.
Ve işte bitmişti. Saat kırılmıştı. Üstünde oturduğum yelkovan yere düşmüştü. Böylece bitmişti.
Ya da bitmemiş miydi?
Menekşe apartmanının çatısındayız hâlâ. Güneş battı batacak. Sigarası bitti bitecek. Şarkının sonuna yaklaşıyor. "...Ağlayan bu yorgun gözler seni özler..." aklımda eski bir dizinin sahnesi dönüp duruyor. Güneş yavaş yavaş batıyor. Hiç batmaz sanıyorum. Örtüyü avuçlarımda daha da sıkıyorum.
Güneş batıyor, zaman çöküyor. Ben bir türlü...
*Verka:Yabani Güvercin.
Birileri bunu okur mu bilmiyorum ama işte geldim ve buradayım. Bir çeşit deri değiştirme gibi bir olaya ihtiyacım vardır diye düşünüp yazıyorum bu hikayeyi buraya. Farklılık hep iyi geliyor bana. Kalemim tutuklu kalmış bir vaziyette çünkü.
Farklı bir kurgusu var kafamda. Basit ama minik minik bir heyecan yaratıyor içimde. Sizler de ortak olursunuz umarım.
Ve yine umarım VERKA hepimize iyi gelir. Çünkü buna ihtiyacımız var.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERKA.
Teen Fictionbir yabani güvercin penceremin çivisine kanadını sürttü. kan aktı aktı. sonra mürekkebe dönüştü.