Yine uyumaya çalıştığım ancak gözlerimi dahi kapatamadığım saçma bir geceydi. Bazen küçücük bir ses bile kulaklarını parçalayacak kadar güçlü ve aklını yerinden oynatacak kadar gürültülü geliyor insana.
Duvardaki saatin tik takları adeta beynimin içinde ağrıya dönüşmüştü. Sağa dönüyorüm yok sola dönüyorum yok en son kafama kadar çektim yorganı. Sanki biri gece gece gelip düşüncelerimi kurcalamış , bütün yaşamsal sistemimi çökertmişti. Bir yandan uyumaya çalışırken , diğer yandan da henüz 6 yaşında olan kardeşim Mert'in söyledikleri geliyordu aklıma.
Mert , öyle diğer çocuklara benzemezdi yani ben kesinlikle onlardan farklı olduğunu düşünürdüm , belki de her çocuk birbirinden farklıdır kim bilir ? Benim bilmediğim kesin. Mert büyümeyi o kadar çok istiyordu ki anlatamam. Hep büyümek , büyük insanlar arasına karışmak istiyordu.
Aslında bende küçükken büyümek isterdim , kendi kararlarımı kendim almak , izin almadan dışarı çıkmak falan. Kimsenin bana karışamayacağı mutluluk dolu bir hayat düşlerdim. Ama ne kadarda aptalmışım. Büyümek çok sıkıcı , büyümek çok kötü. Büyümeyi sevmiyorum , doğum günü kutlamayı da sevmem. Bana hep yaşlandığımı hatırlatır. İlkokulda bir öğretmenim hatıra defterime ; " Yıllar bedenini yaşlandırabilir ama ruhunun yaşlanmasına asla izin verme." yazmıştı . Bende öyle yapıyorum , ne kadar büyürsem büyüyeyim bir yanım hep çocuk.
Bu arada ben İsra , 17 yaşındayım , ailemle İstanbul'da yaşıyorum bir küçük kardeşim ve birde abim var annem ve babam ben küçükken ayrılmışlar. Kimsenin farketmediği , farketseler de asla önemsemeyeceği bir insanım.
Yatağın içinde dönüp dururken , perdenin arasından girmeye çalışan güneş ışığını farkettim. Hançer misali batıyordu gözlerime. Belliki yine gün ışımıştı. Ben uykuya dalabilmek için debelendikçe , yine sabahın koynunda bulmuştum kendimi. Yavaşça yatağımdan kalkıp sürüne sürüne pencereye doğru ilerledim. Perdeyi aralayarak yeni güne doğru uzattım yorgun bakışlarımı. Kendimi zorda olsa banyoya attım ve duşa girdim , içerde mini bir konser vererek bornozumu üzerime geçirip çıktım. Saat henüz 7 ye geliyordu ve dolabımın önüne geçmiş bulunmaktaydım. Acaba bugün ne giysem ? diye sorular sormam kendime merak etmeyin neyi rahat bulursam onu geçiririm üzerime. Sonunda eşofmanlarımı giymiş , hayatımın anlamı olan kulaklığımı takmış ve evden çıkmıştım.
Sokakların kokusunu hissetmek huzurla gülümseyip işte varım diyebilmek iyi bir şeydi , bu bana henüz ölmediğimi hatırlatıyordu. Sensiz doğan güneşi sevmiyorum , sensiz olan sabahı , sensiz olan sokağı , sensiz olan hiçbir şeye tahammülüm yok. Bunları düşünürken yüzümdeki tebessümün yerini acı bırakmıştı. Ellerimle gözyaşlarımı sildim ve kendime güçlü olmalıyım mesajı verdim.
Aslında hayatımdaki her şey fazla normaldi ve anlayacağınız gibi , ben bundan fazlasıyla sıkılmıştım. Mutsuz olmak için tonlarca bahaneye sahip değildim. Elim , ayağım vardı çok şükür ancak sebebini bilmediğim , çözemediğim ve anlayamadığım salakça bir şey beni mutsuz olmaya sürüklüyordu. Bu durumdan mutsuzdum. Tamam ben bazen , yani çoğu zaman , evet hep mutsuzdum.
Ne zaman mu mutlu oldumki zaten..
İlk bölüm ve sanki biraz fazla amatörce ? İlerleyen bölümlerde daha iyi olabilmek , vote ve yorumlarınız görebilmek duasıyla :) :) :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HENÜZ ERKEN
AcakÖleceğini bile bile yaşamak ne kadar da saçma değil mi ? Saniyeler sonra ne olacağını dahi bilemezken günler , aylar , yıllar sonrasının hayalini kurar insanoğlu. Şu hayatta , ölüm hariç her şeyin çaresi vardır. Şu an mutlu ya da mutsuz olabilirsin...