20. Bölüm

101 12 19
                                    

Okuyucu, merhaba. Benim adım Spike. Evrenselleşmiş Uzay Gemileri Kurumu tarafından yaratılan bir akıllı bilgisayarım. Sana bu bölümde, hoşuna gideceğini düşündüğüm bir şeyden bahsedeceğim; Steve'in Uluslararası Uzay İstasyonu ile bağlantısının kesilmesinden sonra yaşananları.

Bildiğin üzere, Steve güneş panellerini tamir etmeye çıktığı sırada, ilginç bir şekilde geleceği tespit edilmeyen mikro meteorlar tarafından halatı koparıldı. Bunun üzerine uzay boşluğunda başıboş bir şekilde süzülürken, yaptığı dramatik konuşmanın ardından bir uzay gemisi onu içine çekti.

Tanıştığı ilk uzay gemisinin başka bir yapı olması, pek hoşnut bir durum değil gibi görünüyor. Ama sanırım bu, başa çıkabileceğim bir şey.

Steve'in halatı koptuktan sonra istasyondaki alarmlar çalmaya başladı ama bunun nedeninin, halatla hiçbir alakası yoktu. Sonuçta o bir teknolojik alet değildi ve istasyon ile yazılımsal bir bağlantısı yoktu. Alarmların nedeni meteorlardı.

Tabii ki o sırada bir şeyler yiyen Jordan, mürettebattaki herkesten çok daha endişe duymuştu. Acilen merkez odaya doğru koştu fakat birkaç saniye sonra aklına Steve geldi. Arkadaşının başına bir şey gelmiş olabileceğinden korkuyordu ve bunu hiç istemiyordu.

Çabucak kontrol odasına gitti ve istasyonun dışındaki kameralara baktığında Steve'i göremedi. Bu anı hayatı boyunca unutamayacaktı.

Olanlardan sonra bu acı olayı Dünya'daki üsse veren, mürettebat lideriydi. Herkes Steve'in boşlukta süzülürken havasızlıktan boğulduğunu tahmin ediyordu. Aslında bu oldukça mantıklı bir tahmindi.

Mürettebat lideri tarafından merkeze, Steve'in başıboş bir şekilde kaybolduğu söylenmişti. Ama bu sırada o istasyondan uzak bir yerde, kendi kendine mırıldanıyordu...

Steve, o konuşmayı yaparken cümlelerinin ne zaman Dünya'ya ulaşacağını bilmiyordu. Normal şartlarda 3-4 saniyeden fazla sürmezdi ancak Dünya ile arasında bulunan yüz binlerce küçük meteorun, sinyali ne kadar keseceğini hesaplamamıştı. Ama elbette bir gün ulaşacağını biliyordu.

Ulaştı da.

Sıradan bir gündü. NASA'nın üssündeki çalışanlar, yollanan birkaç uydunun günlük raporlarına göz gezdirirken, içlerinden birisi bir şey buldu. Bu bir ses kaydıydı ve mesajın kaynak noktası, Uluslararası Uzay İstasyonu'nunkinden pek de farklı bir yerde değildi.

NASA, sıradan bir uzay mühendisinin uzayda kaybolduğunu düşündüğü günlerden tam bir buçuk hafta sonra, o uzay mühendisinden bir mesaj almıştı. Oksijen tüpünün en fazla 30 dakika yettiğini işi gereği bilenler ise bunun nasıl mümkün olabileceğine dair kafa kurcaladılar ama bir sonuca varamadılar.

Normalde bu tür haberleri medyadan saklayan NASA, bu sefer tam tersi bir tutum sergiledi. Çünkü yaşanan son olaylardan sonra, küresel çapta insanlardaki güvenini kaybetmişti. "Hey, bakın, o yaşıyor!" diyerek bu durumu düzeltmek istiyorlardı.

Dünya nüfusunun neredeyse çeyreği, kendilerinin seçemediği hayat koşullar nedeniyle uzaya bir astronot yollandığının, hatta onun kaybolduğunun bile haberini almamıştı. Ancak geri kalan dörtte üçü, olanları şaşkınlıkla öğreniyordu.

İnsanlarda oluşan bu merak, medyaya oldukça etkili bir şekilde yansıdı. Ses kaydının sonundaki "Bu ne lan?" sorusu ve cümlenin kesilmesi, çeşitli komplo teorilerini doğurmuştu. Steve'in yetersiz oksijen yüzünden hayal gördüğünü savunan da vardı, uzaylıların varlığına dair bir kanıt bulunduğunu söyleyen de. Televizyon programlarındaki ana konu, Amerikalı 28 yaşındaki bir astronottu.

Steve, artık tüm dünyanın tanıdığı bir isimdi.

İnsanlar onun durumunu gün geçtikçe daha da merak ediyordu. Sonuçta, oksijen tüpü bittikten sonra bunları söylediklerini düşünüyorlardı. Bu da nefes almak için bir araca ihtiyacı olmadığı bir yerde olduğu sonucunu ortaya çıkartıyordu. Akabinde de onun nerede olduğu sorusu.

İlerleyen yıllarda Steve hala bulunamamıştı. İnsanların ondan dinlediği son şey olan, "Bu ne lan?" cümlesi, bir kalıp haline gelmişti. Kaldı ki, moda tasarımcıları bundan güzel ekmek yedi ve birbirinden farklı uzay temalı giysilere bu sözü basıp, onları pazarlamada kullandılar.

Hakkında yazılan kitaplar vardı. Örneğin; "Uzayda Kaybolan Adam: Steve Jefferson" adlı eser, kısa sürede en çok satanlar listesinde en tepeye yerleşmişti. Onun hayat hikayesine sahte eklemeler yaparak romanlaştırılan "Hiçlikte Kaybolmak" kitabı da filmleştirildi ve en iyi film kategorisinde Oscar kazandı.

Üstüne üstlük, çekilen belgeseller birçok gencin uzaya (özellikle kozmolojiye) yönelmesine sebep oldu. Bu arada, o belgesellerin hepsinde Steve'in eski dostu Jordan da konuk oldu. Her ne kadar arkadaşını kaybettiği için son derece üzgün olsa da, sonuçta sırf onun arkadaşı olduğu için röportaj teklifleri alıyordu ve iyi para kazanıyordu.

Adına kurulan bilim fuarlarında çocuklar bilimle tanışıyordu. Geleceğin bilim adamlarının yetiştirilmesi amaçlanıyordu. Yine kendi adındaki uzay müzelerinden birinde ise, onun kaybolmadan önce yarım bıraktığı sandviçlerden biri sergileniyordu. Her ne kadar basit bir çift küflenmiş ekmek arasındaki salam gibi dursa da, o Steve Jefferson'un yarım bıraktığı küflenmiş bir sandviçti.

Onun anısına yapılan bunlar gibi birçok yapı olsa da, Steve'i en çok duygulandıranı; geldiğinde gördüğü ilk şey olan heykeliydi. Hem de NASA'nın merkez üssünün tam önünde.

Ama ne zaman, nasıl geldiği apayrı bir konu, Okuyucu. Bunu başka bir zamanki aramızda konuşuruz.

Steve tüm dünyaya yayılmıştı ve 7'den 70'e herkesin ilham kaynağı olmuştu. O, kendisinin de söylediği gibi; uzayda süzülerek ölen (en azından öldüğü sanılan) ilk insandı. Ve bu ilk duyulduğunda her ne kadar senin gibi diğer Okuyucu'lar için saçma da olsa, çok havalıydı.

Her neyse, Okuyucu. Yazarın planlamasına göre bu hikâyeye şimdilik ara vermem gerek. Başka bir sayfada, hikâyenin devamına ve detaylarına ineceğimizi öngörüyorum. O zamana dek, kendine iyi bak ve unutma: Küçük meteorları asla hafife alma.

Evini Arayan AstronotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin