bölüm şarkısı:
daft punk, julian casablancas- instant crush🐉
Hayatınızın en boktan zamanında oluşan çatlaklar, aynı zehirli nedenlerden dolayı biraz daha açıldığında yapacak bir şey kalmıyor. Gurur denilen canavar yüzünde ağlamamaya çalışırken daha beter oluyoruz ve düzen hepimizin güzelce ağzına ediyor. Kimse gelip de bana ağlamam demesin. Herkes ağlar, hem de hakkını vererek, içli içli. Çünkü gerçek insanlar bilir ki ağlamak, en büyük güçtür. Kaptan Kızıl denilen dayı da demiş bunu ve iyi de demiş, yanımda olsa ellerinden öper, bir de üstüne altın verirdim çünkü bu bu dünyayla beraber doğan, yumurtadan sürpriz! diye çıkan kara duyguların anasına avradına saydırmıştı.
Hayatımın en buhranlı ve kendimi ilk defa barlara attığım zaman annemin ölümünü duydum. Yaşım on beş, karşımdaki barmene neyim var neyim yok döktüm ve gözyaşlarımı silmedim, kuruyup kaldılar öylece. İlk içkimi o zaman içtim ve ilk deniz kırığımı da o zaman aldım. İğrenç bir duygu ya bu diye düşünürken, işte kelinden öptüğüm gecenin 3'ünde bara damlamış ve bana, "Ne kadar güçlüsün," demişti. Güçlü olduğumu ilk o zaman duydum, Kaptan Kızıl'ın ağzından.
İkinci kırığım ise pek kısa bir zaman sonra kapımı çaldı ve elime bomba koyup kaçtı. Babamın gidişi ve onu bir daha göremeyişimiz. Kutu zırvalıkları ve bir takım notlar da vardı. Kutusuna tükürdüğüm babam, sağ elinin yerine çok sevdiği altın kancasını da koymuş. Kutunun üzerinde ise ufka bak yazıyor. Fena bir kırık.
Üçüncü kırığım ise, abimin evden gidişi ve benim bu canavarlar ile tek kalışım. Tüm eşyalarını alıp gitmiş ama bana da bir gramofon bırakmış. Aferin sana diye söylendim. İçinde ise bir fransız şarkısı. Güzel kardeşim, güzel kardeşim. Gençliğimi harcarken bana bakma diyor.
Dördüncü kırık ise yine abimden geliyor. Neden üst üste beni kırıyor, benden neden bir şeyler saklıyor ve neden gençliğini harcarken ona bakmamamı istiyor bilmiyorum. Elleri içi nasır tutmuş iplerden ve yüzünde ise yaralar. En az dizleri de benimkiler kadar çürük içinde ve kolunda ise korsan damgası var. Gönlünü hiç bana açmamış ve bir kez de oturup rum'un dibini görmedik, aklıma bu geliyor. Bu sefer harbi bir kırık.
"Bu iş uzamadı mı sence de?" Bana bakıyor ve ellerini yüzüme çıkarıp bana sarılmaya çalışıyor. "Hep böyle oldu. Taeyong gidiyor, geri geliyor. Nedenini sorunca ise senin için oluyor. Beni yalnız bırakman cidden benim için mi?"
"Bak, senden sakladığım için özür dilerim ama böyle olması gerekiyordu."
"Her şeyin böyle olması gerekiyor muydu cidden?"
"Evet."
"Sen hiç fıçıda uyandın mı, dar ağacına çıktın mı, bar kavgasına katıldın mı veya Taeil'in kırıklarına baktın mı? Çok kırık o ama bilmiyorsun bile. Güya çocukluk arkadaşın."
Deniz kırığıydı işte abim. Çatlaklardan oluk oluk akar sular ve hepsi de gözlerimize dolardı.
Ayağa kalkıp kaptan kamarasına girdim ve kapıyı kapatıp koltuğa uzandım. Kızgındım. Benden her şeyi saklamasına ve tüm her şeyi kendisinin üstlenmesine, bana bıraktığı o fransızca şarkıyı bile benimle dinlememesine kızgındım. Şimdi ise yattığım koltuğun karşısındaki sandalyede, Romalı yaşlı amca alindeki tüy kalemi etrafta sallıyor ve bir melodi mırıldanıyordu. Başımın belası ve neredeyse beş yıldır görüştüğüm, yaşı ise bu gemideki tüm mürettebatın deniz kırıklarından daha fazla olan bu adam, benim hayat törpüm.
"Uzun zaman oldu."
"Öyle," dedi kalemi havaya atıp yok etti. Sakalını sıvazladı ve Sağ kolundan düşmek üzere olan elbise parçasını düzeltti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you can run// markhyuck
Fanfictionmark lee hayatımda gördüğüm en manyak, lanetli gemiye sahip, da vinci sunbaenim ile haşır neşir ve kırk yıl can vermeye değer bir korsandı. [tiza tarafından, korsan!au, markhyuck]