plain white t's- hey there delilah
Napolyon'un Mona Lisa tablosunu yatağının baş ucuna asması ile merak edilen Leonardo da Vinci, belki de bu yüzyılın en büyük sorununa da ev sahipliği yapıyor diyebiliriz.Başkaları olmadan bir hiçiz aslında. Var olmak için birilerine tutunmak ve sırt yaslamak lazım. İşte, işte bu yüzden abimin bana teklif ettiği gemiyi kabul etmiyorum ve abime tutunmak ve var olmak için abime ihtiyaç duymak istemiyorum.
Ben kimsenin ne gölgesinde yaşamak, ne de kimselere muhtaç olmak istemiyorum.
Oturduğum barda ve yanımda bulunan Taeil ile üçüncü şişe rumu başıma diktim. Daha sarhoş olmayışım beni içten içe sevindiriyordu. Bardaki kadınların kahkahasına kulaklarım alışmıştı ve içki ile balık karışımı koku artık burnumun direğini sızlatmıyordu.
"Şu adamı görüyor musun?" Şişesi elindeyken barın en köşesini gösterdi. "İşte, o, sana üniforma verecek ve sana merak ettiğin her sorunun cevabını. Bundan sonrasına yardım edemem. Biliyorsun-"
"Evet, denize çıkamazsın." Burukça gülümsedi ve tabureden kalkarak omzunu sıktım. Masadan şapkamı alıp kafama taktım. Köşede duran uzun saçlı ve elinde kancası olan adamın tam karşısına oturdum. Nezaketen şapkamı çıkarıp yanıma koydum.
"Sorularımı cevaplayabileceğini duydum." Bıçağı ile kazıdığı ağacı bırakıp bana döndü. "Belki," dedi, "ya da hayır. Soracağın soruya göre değişir."
"Bana Mark Lee hakkında bilgi ver. Bildiğin her şeyi anlat." Histerik bir kahkaha attı. Gülünecek ne var, sakalına tükürdüğüm, diye bağırmak istedim.
"Son zamanlarda çok konuşulmaya başlandı bu ama tamam, anlatırım," elini kaldırdı ve bir şişe içki istedi, "geçen yıl girdiği Bermuda'dan çıkmayan gemisini arıyor. Mürettebatı ve gemisi lanetlendi, tabii, kendisi de. Kendi lanetini kimse bilmiyor ama gemisi ve mürettebatı bir hayalete dönüşmüş. Korsanların bazıları, Atlas'ın tam ortasında, bir gece yarısı görürmüş gemiyi, tam üçgenin ortasında ve tahta gıcırtısı milyonlarca deniz mili uzaklıktan duyulurmuş. Gemiyi lanetten kurtarmanın bir yolu yok ama onu üçgenden çıkarmanın tek yolu, iki madalyon. O madalyonları kırman lazım-"
"Poseydon Adalarında." Şaşırmış gibiydi. Mark Lee'nin neden beni oraya çağırdığı şimdi anlaşılmıştı. Açık açık savaş ilan ediyordu veya beni gemiyi nasıl üçgenden çıkardığına tanıklık etmemi istiyordu.
"Duyduğuma göre madalyonun biri sendeymiş."
"Bendeydi, evet ama konsey onu istedi benden ve ben de onu verdim. Konsey onu saklamak istiyormuş."
"Dikkat!" Kafamı tutup aşağı çekti ve başımızın üzerinden bir şişe geçti. "HADİ AMA GELLERT, YİNE Mİ?" Tabancalarını çıkartıp ateş etmeye başladı. Tabancanın sesi kulağımı sağır edecek kadar yakınımdaydı. "Çıkışta, köşede, üniformalar var," dedi.
Etraf bir anda birbirine girmişti. Karşımdaki adam bunun için çok yaşlıydı ama hiç de bunu hissetmiyormuş gibiydi. Elimi kılıcıma götürüp karşımdan gelen kaba adamla düelloya girdim. Gerçekten dişli olan bu adam sağdan kılıcı bana doğru uzattı ama ama kafamı çekerek kurtuldum. Sandalyeden masaya çıkıp bir tekme attım yüzüne ve koca adam yere yığıldı.
"Bu kadar çetin bir ceviz olduğunu göstermiyorsun." Sol tarafta hararetli bir çatışmanın içinde olan genç adam bana seslendi. Kılıcını adamın koluna geçirdi. Ölümcül bir yara değildi ama acısından yerinde duramazdı. Bana döndü ve bulunduğum masaya çıkarak arkamdan kılıcını geçirerek bir adamı daha devirdi. O kadar çok çocuğa odaklamıştım ki, etrafımda olanları idrak edemiyordum. Kafamı sallayıp odaklanmaya başladım. Etrafımızda masaya çıkan insanlara kılıçlarımızı sallıyorduk. Arkamdaki genç, masadan bir bardağı alıp hızlıca içti ve bardağı da birinin kafasında parçaladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you can run// markhyuck
Hayran Kurgumark lee hayatımda gördüğüm en manyak, lanetli gemiye sahip, da vinci sunbaenim ile haşır neşir ve kırk yıl can vermeye değer bir korsandı. [tiza tarafından, korsan!au, markhyuck]