lana del rey- beautiful people beautiful problems ft. stevie nicks
yökş- özümden çok
Kehanetler büyü müyü işlerinin daha yeni yeni ortaya çıkıp da insanların rüyalarını çaldığı zaman, insanların uydurduğu hikayeler olarak bilinirdi başlarda ve bu hikayeler onların inanmak istedikleri ile şekillenirdi. Kehanetlerin genel tablosu vasat durumda olan bir ülkenin gün gelip de bir kahramanın gelip kurtaracağıdır ya da bunun daha da şekillenmiş hali ama genel olarak bir kahraman kurtarır, kurtarıcı vardır ve insanlar bir şey yapmadan, aç, susuz bu kahramanı beklerler. Kimsenin o ufacık aklına kahraman olmak isteyeceği gelmez.
Şimdi kimse gelip de bana, "Benim bir kahramana ihtiyacım yok," demesin. Herkesin bir kahramana ihtiyacı var. Kimi bir kitabı kahramanı olarak alır, kimi ise birini. Herkes kurtuluşu düşler, düştüğü kuyudan da kurtulmayı diler. Ama bizim en büyük lanetimiz ne biliyor musunuz: denememek. Kendi hikayende kahramanın başkası olmasını diliyoruz, kahraman olmayı bile denemiyoruz. Aslında denememekte dibine kadar haklısınız. Bazı dönüm noktaları geliyor, insanın ağzına ediveriyor. Yaşamın iliğini sömürüyor, insanın ayağına çelme de takıyor. Kısacası; hayat bizi bar köşelerinde süründürür, fıçılarda yaşamaya zorlar, babanızdan nefret ettirir, yüzdeki yaralarla yaşamaya zorlar. Bu imtihan denen şey var ya, topunun ağzına edeyim.
"Ne yapacaksın," dedim eşyalarını aceleyle toplayan Mark'a.
"Kaçacağız," dedi. "Bu leş yerden kaçacağız ve o lanet gemiyi -gerçek anlamda lanet gemiyi- geri alacağız. Kanlı Ay yaklaşıyor." Sanki ölüm ile bir randevusu varmış gibi, acele ve tedirgin bir şekilde hareket ediyordu. Elleri titriyordu. Ellerini tuttum ve dağınık yatağın üstüne oturttum.
"İyi misin?" Elimi yara izi olan yanağına götürdüm. Yanağının ortasından kulak arkasına kadar uzanan bıçak izini okşadım. Acele esen bir sonbahar rüzgarı gibi. Yıkmaya, dökmeye, yıkılmaya ve dökülmeye hazırdı. Olacak sonuçları düşünmüyordu, yaşayacağı pişmanlıkları ve en önemlisi de nedenleri bilmiyordu.
"Biliyor musun, aile konusunda çok şanslısın. Seni kollayan bir abin, öğütler veren ve elleri kurabiye kokan bir annen ve annenin adını onu ölüme götüren gemiye koyan bir baban var."
"Aile, ev, ait olduğun yer... Bunlar değişen kavramlar," elimin üstüne elini koydu. Kırk yıldır doluymuş gibi derin bir nefes aldı.
"Bu yara," dedi, "evden kaçmaya kalkarken babamın beni yakalaması üzerine ondan kalan bir armağan. Annem bir fahişeydi, babam ise bir fahişenin doğurup başına bir bebek dayattığı için mırın kırın ettiği bir ayyaş."
Ev kaderimizdir, der annem. Tenimizdeki doğum lekesi gibi, çıkmayan kocaman bir lekedir ya da ayağındaki bir prangadır. Sen nereye gidersen o da oraya gelir. Lanet bir şey, evden kaçamıyorsun ve günün sonunda yine eve sığınıyorsun. Hatta memleketim Kore'de lanetlenen bir kadın duymuştum. Ruhu bir misafirhaneye bağlıymış. Her ne kadar uzaklaşsa da o misafirhane de orada bitiyormuş. Sonunda ise bacağını kırıp oturmuş, misafirhaneye her ne kadar küfretse de onsuz yaşayamıyormuş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you can run// markhyuck
Fiksi Penggemarmark lee hayatımda gördüğüm en manyak, lanetli gemiye sahip, da vinci sunbaenim ile haşır neşir ve kırk yıl can vermeye değer bir korsandı. [tiza tarafından, korsan!au, markhyuck]