-michael jackson-they don't care about us
-the neighbourhood- sweather weather
Dudaklar etkiliyor. Mark'ın dudaklarının dokunduğu her yer yanıyor. O boynuma daha çok yöneldiğinde ellerimi saçlarına geçirip boynumu ona daha fazla açtım."Dur." Nefes nefeseydim ve ellerimi omuzlarına koyarak onu durdurdum. "Ikimiz için, belki de yapmamalıyız."
Aklımdaki hınzır Donghyuck çoktan soyunmuş ve bu yaptığıma karşılık küfür edip hadi ama diye söyleniyordu. Ama bu doğru değildi. Evet, her ne kadar kırk yıllık bir birliktelik gibi gelse de daha bugün tanıştığım insana, hele ki bu korsan ise çünkü hiçbir korsan başka bir korsana güvenmezdi- güvenemezdim.
"Bu güzel hissettiriyor ama," dudaklarını boynumdan çıkararak yanağıma getirdi. Nefeslerini kulağımda hissediyordum. "Tanıdık bir his gibi."
"Öyle ama önceliğin farklı, önceliğim farklı." Burnunu yanağıma sürterek hmmladı ve onu gördüğüm bir öğle zamanına lanet ettim. Böyle derinden konuşmaya ve bu kadar yakınımda olmaya devam ederse, onun üzerindeki fırfırlı gömleği ağlayarak yırtabilirdim. Bunu onun da istediğini biliyordum çünkü en az onun kadar ben de bunu istiyordum. Özellikle en çok aranan bir korsan olması, lanetli manetli bir gemisi olması, bir de çılgın mürettebatı olması bunu daha çok istememe, onu daha çok istememe sebep oluyordu. Ama bunu bir kenara bırakmam lazım, şimdilik.
"Bekle."
"Tamam, tamam. Seni sıkmak istemiyorum." Son kez yanağımı öpüp geri çekildi. O çekildiğinde göğsümü kaplayan soğuk esinti beni kemiklerime kadar titretti. Uzun süredir kapalı gözlerimi açtım ve keşke açmaz olaydım. Üzerindeki gömlek birbirine girmiş, dudakları şişmiş ve saçları dağılmış bir Mark görmemle ağlak bir ses çıkarmam bir oldu. Bu ağlak sesime gülen Mark'ın yüzüne yumruk atmak istedim.
"Kaptan!" Jeno'nun içeriye dalmasıyla -kapı kullanmadan ve bu hiç adil değildi- üzerine oturduğum masadan hop diye atladım. "Limana varmak üzereyiz." Mark kafa sallayıp koltuğun üzerinde bulunan paltosu ve şapkasını giydi, kılıcını beline taktı.
"Hiç bir İngiliz dükünün yüzüne çörek fırlattın mı?" Yüzüme bakmadan tabancasına mermi dolduruyordu.
"Hayır."
"Güzel," dedi ve bana döndü silahını pantolonunu arkasına koyarak bana sırıttı. "Çünkü ben yaptım." İçimden İYİ HALT YEDİN ŞEYTAN diye bağırdım ama dışımdan kendimi ağlamamak için o kadar çok sıkıyordum ki, yüzümün kızardığına emindim. Mark'ın bu soğuk ve umursamaz davranışlarına bir bebek gibi ağlamak istiyordum.
"Hadi gidelim." Kapıyı açıp güvertenin ortasına ilerledi. Cep saatini açıp bekledi. Mürettebatı ona bakıyor ve bekliyordu. "İki saate gelmezsek gemi ile Kanarya Adaları'na gidin, orada buluşuruz." Ne yaptığını biliyordum. Bir madalyonu İngiltere hazinesinden çalacak ve ikinci madalyon için konsey'in bulunduğu yere gidecek. Aptal, orada bizi zibilyon tane gemi ve bunun iki katı da korsan bekliyordu.
"Ne düşündüğünü biliyorum, bu işin altından kalkarım." Saatine bakıp ağzında birkaç şey daha geveledi ve "Başladı," diyip saati kapattı. Hızlıca liman ile gemi arasındaki kerestede yürüdü ve karaya indi. Ben ise arkasından onu takip ediyordum. Bir evin arkasına geçip gelen geçeni gözetledi. "Plan basit. İçeri gir, madalyonu al ve çık."
"Ah, gerçekten çok açıklayıcı." Ellerimi göğsümde koyup ona yandan baktım. Havada süzülen yeni doğan güneşin ışıkları beyaz tenine vuruyordu. Biraz ona baktım.
"İyi, sen düşes ol, ben de düş ve içeriye sızalım."
"Asla." Gözlerimi olabildiğince açtım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you can run// markhyuck
Fanficmark lee hayatımda gördüğüm en manyak, lanetli gemiye sahip, da vinci sunbaenim ile haşır neşir ve kırk yıl can vermeye değer bir korsandı. [tiza tarafından, korsan!au, markhyuck]