İHTİYAR HURMA AĞACI

39 6 30
                                    

Bizi ilk bulunduğumuz yere çağıran bir yorgunluk,
bir sızı,
hiçbir şeyle dindiremediğimiz bir hasret var içimizde.
Hiçbir zaman tam olarak yerlisi olamadığımız,
İçimizin hiçbir zaman tam olarak ısınamadığı, alışamadığı yeni yerlerden durmadan bizi geri çağıran bir ilk yer,
Bir başlangıç noktası var.
Daha ilk.

***
"yağmur yağıyor! Yaşasın yağmur!"

8 yaşındaki öğrencim Ali; parıl parıl gözleriyle sınıf penceresinden dışarıya hayran hayran bakarken, tüm sınıf da onunla beraber dikkatini pencereye yöneltti. Uyarmadım. Onların bu masumane bakışları bende hayranlık uyandırmıştı.

"alt tarafı yağmur. Nedir bu kadar ilginizi çeken?" diye bir soru yönelttim kollarımı birbirine kenetlerken.

"alt tarafı bir yağmur değil ki öğretmenim. Sonbahar geldi! Düşen yaprakları boyayıp rahatça çamurla oynayabileceğiz!" Ali bu cümleyi kurarken o kadar mutluydu ki.. Dayanamayıp çocukları dışarı, yağmurun altına çıkardım. Küçük okul bahçesinin tamamen her alanı çimlerle kaplıydı. Okulun arka kısmı ise daha çok ormanlıktı. Yemyeşil olmasa da sık ağaçlarla örülü, koruma altında olan bir orman.

20 küçük insanla beraber o tarafa doğru yürüdük. Yürüdükçe daha çok çamura batıp aynı zamanda daha fazla toprak kokusu alıyorduk.
Palmiyelerin uçlarından dökülen su damlaları, onları her salladığımızda bizimle dans ediyordu sanki...
Hava gri, yağmur sabırsız, biz heyecanlıydık.
Uzun zamandır böyle güzel yürümemiştim. Temiz hava, kafamdaki tüm olumsuzlukları bir kenara süpürüyor, neredeyse bir hafta önceki olayı unutturacak. Evet, biraz daha kalsam tamamen huzur dolacağım.

ihtiyar bir ağacın dibine geçip kuru kısmına oturdum ve çocukları izlemeye başladım. Gençleştiğimi hissediyorum yavaştan...

bazıları dökülen yaprakları toplayıp poşetlere dolduruyor, bazısı ellerindeki boya kalemleriyle ağaçların gövdelerine resimler yapıyor...

"neden boyuyorsunuz? yağmur alıp götürmez mi resimlerinizi?" diye soruyorum. Duraksıyorlar. Bunu düşünmemiş olacaklar ki şaşkınlıkla birbirlerine bakındılar. sorduğum anda pişman olduğum sorudan dönüş yapmak için atıldım;

"götürmez tabiiki. Yağmur götürse bile zaman resimlerinizi saklar."

Gülümsediler.

"ağaç, resimlerimizi yapraklarıyla da koruyabilir mi öğretmenim?"

"bilmem, hadi deneyelim!"

Hızla oturduğum yerden kalkıp pastel boyaları elimde biriktirdim. Çocuklar ağaçların gövdelerini çeşitli çiçek, meyve, araba, ev resimleriyle o kadar doldurdu ki kahverengi gövdeler rengarenk oluvermişti. Saatler geçmesine rağmen o kadar eğlenmiştik ki okul çıkış saatinin geldiğini farketmemişiz bile. Veliler çocuklarını almak için teker teker ormana doğru geldiklerinde anladım bunu. çocukları toplayıp ailelerine teslim ederken hepsine teker teker sarılıp arkalarından el salladım. Mutluluk sandığımdan ucuzmuş diye geçirdim aklımın bir köşesiden.

"öğretmenim!"

"efendim Ali?"

"bunları sizin için topladım."

Ellerinde biriktirdiği ismini bile bilmediğim tuhaf yeşil otlar ve yaprakları bana doğru uzatmaktaydı mahcupça. Köy çocuklarına has kırmızı yanakları, inci gibi dişleriyle umudun ete kemiğe bürünmüş haliydi. Ellerindeki yaprakları nazikçe aldım.

"Şey.. öğretmenim çok aradım ama çiçek bulamadım." diyerek biraz hüzünlü bir havaya büründü. O esnada diğer çocukların aileleri gelmiş, yalnızca Ali ve ben kalmıştık. Ellerinden tutup yokuş yukarı yürümeye başladık.

KELEBEKLERİ ÖLDÜRDÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin