BAŞLANGIÇ

426 100 133
                                    

      İki elim de soğuk demirleri kavradığında bedenimin irkildiğini hissettim. Duvarda Frida Kahlo; her zamanki gibi ellerini kucağında buluşturmuş vaziyette sinsice gülümsüyor. Nedense bu kadın bana herkesin diline doladığı gibi devrimi değil; çiçeklerin yıkık bedendeki o eğrelti duruşunu anımsatır. Diego'sunun dokunduğu bir kadınla sevişmişti Frida. Belki bu sayede Diego'nun kokusunu başka bir kadın aracılığıyla da olsa alabilirdi. Diego'suna dokunan bir kadınla...
Nasıl bu kadar düşebilirdi bir kadın? Neden bile isteye onu sevmeyen bir adamın, ruhunu yapboz parçaları gibi, alelade dağıtmasına izin verirdi? Bunun matematiksel hiçbir açıklaması yok Frida. Hiçbir zaman da olmayacak.                
Bana öyle bakma.
Diego GELMEYECEK.

Soğuk demirler parmaklarımın altında ısınırken aynı zamanda etrafındaki buğuları gördüm. Bakmadım evet,
GÖRDÜM.
Benim insanlar üzerinde bıraktığım etki de buydu işte. Dokunduğum kişileri önce ısıtıp sonra buğu etkisinde bırakıyorum.
Ellerimi çektiğimde vücudumdaki kan; demirleri sıkmaktan beyazlaşmış parmaklarıma hücum ettiğinde bir kez daha düşündüm. Benim birine körü körüne sıkıca tutunmam, zarar vericiydi.
Parmaklarıma kan gelmesiyle karıncalanma hissi çoğalmıştı.
Tutunduğum şey demir parçası dahi olsa, tahrip ediyordum. Mutlaka tahrip edecek, hasar bırakacak bir şeyler buluyordum.

Balkondan aşağı baktığımda İstanbul'daki evimiz kadar baş döndürecek bir yükseklik yoktu. Her şey daha sıradan ve ucuzdu -İnsan canı da dahil.- İstanbul'a kıyasla çok daha mütevaziydi. Müslümanı da Yahudisi de genelde böyleydi. Kendi hallerinde ve mütevazi. Lakin aynı zamanda da Orta Doğu'nun kalbi.

Savaşın yeryüzünde en celalli,

kanın en ateşli,

sıcak ve akışkan olduğu yer.

Jerusalem.
Namı diğer Kudüs.
Bütün ilahi dinlerin tek ortak noktası ve en kutsalı. Adı arapça yer-ü selam'dan gelir. yer-ü selam barış yeri demektir. Barış şehri yani. Sık sık atılan Silah seslerini, oldukça ani ev baskınlarını, şiir okuduğu için tutuklanan kadınları ve bıyıkları yeni terlemiş Filistinli gergin çocukların, ellerinde bayraklarla vurulmasını görmezseniz oldukça güzel bir şehir.

Yere oturarak ayaklarımı küçük balkonun karşı duvarına uzattım. Kasenin dibinde kalan çorbamı da kafama diktikten sonra kolumun tersiyle ağzımı sildim. Her zamanki gibi ciltli deri defterimi çıkarıp gördüğüm her şeyi not etmeye başladım. Bu ânı unutmamam için daha bir hallice inceledim Jerusalem'i...
Kulağıma sokakların birinden ulaşan hafif müzik, karşımdaki küçük kafenin duvarında Frida. Tüm evlerin perdeleri kapalı, sokak lambalarından biri sönük. O kısım aydınlanmıyor.
Ay dolunayda heybetlice. Dükkan tabelaları fazlaca yanıp sönüyor. Rahatsız edici.
Sokakta iki genç gülüşüyor. Biri diğerinin ensesine vurup küfür savuruyor.
Gülüyorlar.
Müzik gittikçe hızlanıyor. Karanlıkta gökyüzüne başımı çevirip bakıyorum, gözlerimi kısıp dikkatle inceliyorum fakat sonunda gözlerim hüsranla karışık bir yenilgiyle duvara çevriliyor. Bir süre gözümün önündeki hayali beyazlığa bakıp nefes veriyorum. Gökyüzünde, yeryüzünde ve arasındakilerde hiçbir kötülük göremiyorum. Hatta Jerusalem'de bile. Şiir ve şakayık çiçeği kokan bu şehirde adrenalin; gece yarısından sonra başka boyutlarda halden hale geçiyor. Hiçbir şey yokken sakince lakin son sürat gelen bir dalganın yosun tutmuş yaşlı kayalara çarpması gibi olaylar bir anda patlak veriyor. Tüm olaylar. Savaş, özlem, nefret hatta aşk bile burada o dalganın o kayaya çarpması kadar şiddetli.
Her ne kadar yazı yazarken araya bir şeylerin girip dikkatimin dağılmasını sevmiyorsam da ısrarla yanıp sönen telefonumu açmak zorunda kaldım.
"Konuş" diye cevapladım
"Neden günlerdir şu siktiğim telefonunu açmıyorsun?"
Kıkırdadım. Buna alınmış olacak ki bezmiş bir biçimde "ne oldu şimdi de? içtin mi kızım?!"
"Hayır sadece küfür sana yakışmıyor. Ağzında, bedenine taktığın rüküş bir aksesuar gibi duruyor" boğazımı temizledim. Mayışmıştım. Bir şey söylemesini beklerken birkaç kez nefes alıp verdi. Bu soğuk sessizlikten rahatsız olarak burnumu çektim.

"telefonu açmaya tenezzül etmemenizin nedenini hala söylemediniz" diye iğnelerken bu aptalca tartışmayı sürdüreceğini anladım.

"gün benim için çok yoğundu Alperen. cidden." Sıkıldığımı belli edercesine ciğerlerimdeki nefesi dışarı verirken o da üstelemedi.

"peki peki. Saat oldukça geç oldu ve seninle kavga etmeyeceğim tamam mı?" diye geçiştirince kan basıncım yavaştan yükselmeye başlamıştı bile. kuruyan dudaklarımı ıslatıp önüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına attım ve;

"82 kez aramışsın. 82. sence bu normal mi? kocam değilsin babam değilsin flörtüm değilsin bu kadar ısrarla araman ve ulaşamayınca hesap sorman normal mi?!" diyerek haklı bir çıkış yaptım.

"ne?! neden bu kadar abartıyorsun? ben sadece..."

"sus." deyip lafını kestim. hiç bilmediğim bir ülkede, ailemden ve arkadaşlarımdan uzaktaydım. Ayrıca yarın gidip öğretmen olarak görev yapacağım okulda belgelerimi de onaylatmam gerekecekti. Duygusal anlamda bu kadar dipteyken bir de dostum dediğim kişiden telefon azarı yiyordum. yutkundum. "Ve evet telefonlarını açmadım çünkü canım öyle istedi." deyip meydan okudum. ama sesim daha çok teslim olmuş gibiydi.

"daha Kudüs'e gideli bir hafta olmadı ama bizi unutmuşsun anlaşılan. neyse canın sağ olsun güzelim" deyip sitemini belli ederken bir an kalbini kırdığım için üzüldüm. Ama benliğimden ödün vermek istemiyordum. tam kalkanımı indirecektim ki zihnim benden önce davranıp bir an;

"öyle tabii. canım sağ olsun." cümlesi çıktı dudaklarımdan. Pişman olacağımı bildiğim bir cümleydi bu. biliyordum. yine de bir süre sesimiz çıkmadı. İkimiz de bir şey bekliyormuş gibi birbirimizi dinledik. Ama ardından hışırtılarla birlikte gelen aramanın kapandığını belirten sesler bu sessizliği bozdu.

Sokaktaki müzik susmuş, tabelalarda yanıp sönen ışıklar azalmıştı.
Gençler sokaktan geçmiyor,
yer,
gök
ve arasındakiler ise pürüzsüz bir şekilde yerli yerinde.

KELEBEKLERİ ÖLDÜRDÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin