29 Ocak 1908

55 4 0
                                    

İlk kez bir uyuyan gördüğümde dokuz yaşındaydım.

Mevsimlerden ilkbahardı ve babam henüz teyzemi evden göndermemişti. Henüz ağabeyim Jacob'ı kaybetmemiştik. Ablam Constance bir önceki sonbaharda evlenmiş ve Graniteville'e taşınmıştı.

Ormanda keşfe çıkmıştım. Babam bize Şeytanın Eli'nin yakınlarında oyun oynamayı yasaklamıştı ama o gün bu yasağı çiğnemiştim. Ağaçların yaprakları, başımın üzerinde yeşillerle bezeli gür bir çatı oluşturmuştu. Güneş toprağı ısıtmış,nemli ormana mis gibi bir koku yayılmıştı. Kayın ağaçlarının,akçaağaçların ve huş ağaçlarının altında bahar çiçekleri açmıştı; trilyumlar,sarı zambaklar ve en sevdiğim çiçek olan yılan yastığı. Bu çiçeğin küçük bir sırrı vardır; çizgili üst kısmını kaldırırsanız, altından bir sap çıkar. Bunu bana teyzem göstermiş ve köklerini eşeleyerek turp gibi pişirebileceğimi anlatmıştı. Tam bu çiçeklerden bir tane bulmuş ve üst kısmını geri çekmiştim ki, ağır ağır bana doğru yaklaşan ayak seslerini duydum. Ayaklar, kuru yaprakların arasında sürünerek bana doğru ilerliyordu. Kaçmak istedim ama hissettiğim panikle donakalmıştım. Bir kayanın arkasında eğilmiş halde beklerken karşımda bir siluet belirdi. Onu anında tanıdım-Hester Jameson'dı bu.

İki hafta önce tifodan ölmüştü. Hatta babam ve Jacob'la beraber cenazesine gitmiş, Cranberry Meadow'daki kilisenin arkasında yer alan mezarlığa gömülmesini seyretmiştik.

Şimdiyse, kendi cenazesinden iki hafta sonra,Hester beni ormanda,bir kayanın arkasında çömelirken görmüştü. Bana attığı o bakışı asla unutmayacağım-dehşet verici bir rüyadan uyanan birinin korkulu ifadesi vardı gözlerinde.

Daha önce de uyurgezerleri duymuştum;hatta okul bahçesinde böyle bir oyun bile oynuyorduk. Aramızdan biri menekşeler ve unutmabeni çiçeklerinden oluşan bir halkanın içine yatıp ölü taklidi yapıyordu. Sonra başka biri eğilip ölü kızın kulağına sihirli kelimeleri fısıldıyor ve kız yerinden kalkarak diğerlerini kovalıyordu,ilk kim yakalanırsa ölü olma sırası ona geçiyordu.

Yas tutan kocaları ve eşlerinin ölüler diyarından geri çağırdığı uyuyanlara ilişkin dedikodular duymuştum ama bunlar yaşlı kadınların çamaşır katlarken birbirlerine anlatmaktan hoşlandıkları türden öyküler olduğundan emindim. 

O ana kadar, Tanrı'nın sonsuz bilgeliğiyle böyle bir şeye  izin vermeyeceğini düşünüyordum. Hester ile aramızda üç metre bile yoktu.Üzerindeki mavi elbise kirlenmiş ve yırtılmış,sarı,zayıf saçları ise birbirine dolaşmıştı. Üzerinden nemli toprağın küflü kokusu yayılıyordu ama bunun ötesinde mumu söndürdüğünüzde aldığınız türden, kekremsi ve yağlı bir yanık kokusu vardı.

Gözlerimiz buluştu ve konuşmaya yeltendim,ne var ki ağzımdan yalnızca boğulurcasına bir tıslama çıktı. Hester ürkmüş bir tavşan gibi ormanın derinliklerine doğru kaçtı. Şeytanın Eli'ne çıkan patikanın ilerisinden,bir başka siluet belirdi.Koşarken bir yandanda Hester'e sesleniyordu. Onun annesiydi bu; Cora Jameson.

Beni kıpkırmızı bir halde görünce bir an duraksadı. Kesik kesik nefes alıyordu ve hem yüzü hem kolları çiziklerle doluydu.

"Kimseye söyleme" dedi.

"Ama neden?" diye sordum,kayanın arkasından çıkarken.

Bana yönelen bakışları, sanki orada değilmişim gibi dalgındı. "Bir gün, Sara," dedi. "Belki bir gün birini beni anlayacak kadar seversin."

Sonra kızının peşinden ormanın derinliklerine daldı.

                                                         ******

Daha sonra bu olanları teyzeme anlattım. "Birini bu şekilde hayata döndürmek sahiden mümkün mü?" diye sordum.

Bir avuç dolusu koyu yeşil eğrelti otunu sepete attım. "Söyler misin,teyze,lütfen?" diye yalvardım. "Ölüler hayata dönebilir mi?"

Teyzem başını yana eğerek o küçük, koyu renkli gözlerini üzerime dikti. "Evet" dedi nihayetinde. "Bir yolu var. Çok kişi bilmez ama bilenler bunu çocuklarına geçirir.Sen benim çocuğum sayılırsın, o yüzden bende bu sırrı sana vereceğim. Uyurgezerlere dair bildiğim her şeyi yazacağım. Kağıtları katlayıp bir zarfa koyacak, sonra da balmumuyla mühürleyeceğim. O zarfı saklayacaksın ve bir gün hazır olduğunda açıp bakacaksın."

"Hazır olacağımı nereden bileceğim peki?" diye sordum. 

Tütünden sararmış ve tilki gibi sivri olan ufak dişlerini göstererek gülümsedi. "Bileceksin işte."

                                                                        ********

Bunları örtülerin altında saklanarak gizlice yazıyorum. Martin ile Lucius, benim uyuduğumu sanıyor. Aşağıda kahve içerek durumumu konuştuklarını duyuyorum. (Korkarım hiç de iyi değil.)

Geçmişi hatırlayıp bütün bunların nasıl başladığını düşünüyor ve yamalı battaniye diker gibi parçaları bir araya getirmeye çalışıyorum. Ama benimki nasıl korkunç ve çarpık bir battaniye olacak, Tanrı bilir!

Kaşığının teneke kupasında kahve karıştırırken çıkardığı sesin eşliğinde Martin'in "Gertie" dediğini duyuyorum. Kafamda kaşlarını çattığını, altında endişeden ötürü derin kırışıklıklar belirdiğini canlandırıyorum. Onun adını söylerken yüzünde beliren üzgün ifadeyi hayal ediyorum.

Nefesimi tutarak iyice kulak kabartıyorum.

"Bazen trajediler insanları yıkar" diyor Lucius. "Bazen asla toparlanamazlar."

Şimdi gözlerimi kapatsam, Gertie'min yüzünü hala görebilirim. O tatlı nefesini yanağımda hissedebilirim. Beraber geçirdiğimiz son sabahı dün gibi hatırlayabilir, "Kar, eriyip suya döndüğünde, kar olduğu zamanları hatırlar mı?" diye sorduğunu duyabilirim.

Öbür Taraftan ZiyaretçilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin