Gertie o dolabı herzaman çok sevmişti. Orada saklanıp beni şaşırtmak için dışarı fırlamaya bayılırdı. Bir seferinde onu dolabın arka köşesinde, çamaşırların üzerinde kıvrılmış halde bulmuştum.
"Ne yapıyorsun burada, birtanem? diye sormuştum.
"Ben sıcacık mağarasına çekilmiş bir ayıyım" demişti bana. "Kış uykusuna yattım."
*****
"Gertie" diye seslendim ona bu sabah. "Orada mısın?"
Dolabın önünde dikilerek hafifçe kapısına vurdum.
Cevap beklerken nefesimi tuttum.
O sırada Gertie dolabın kapağına vurarak bana karşılık verdi!
Tutamaca yapışıp kapağı kendime çektim, ancak Gertie öbür taraftan beni şaşırtan bir güçlükle kapıya asıldı.
"Dışarı çıkıp seni görmeme izin veremez misin?"
Kapı yerinden milim oynamıyordu. İçeriden sadece belli belirsiz bir ses yükseldi.
"Endişelenme. Baban gitti. Avlanmaya çıktı."
Martin buradayken dışarı çıkmayacağını biliyordum. Dün gece Gertie'nin orada olduğunu bilmeme rağmen Martin'in sözünü dinleyerek yatağa dönmüş, ancak uyuyamamıştım. Yan tarafa dönüp gözlerimi dolaba dikmiştim. Kapağın birkaç milim açıldığını, bir göz parıltısının aralıktan dışarı baktığını görmüştüm.
Ona karanlıkta el sallamıştım. Merhaba demek istiyordum. Merhaba, merhaba! Hoşgeldin, benim güzel, tatlı kızım!
Kapıyı tekrar çekiştirdim, ama arka taraftan sıkıca tutuyordu.
"Tamam, hayatım" dedim. "Bizde böyle görüşürüz o zaman" Yere oturdum. "Evet demek için bir kez, hayır demek için iki kez vur."
Ama ne soracaktım ki? Bilmeyi arzuladığım bir sürü şey vardı: neler hatırlıyordu, düştüğü an aklında mıydı, canı yanmış mıydı?
"İyi misin? Canın... yanıyor mu?"
Cevap gelmedi.
"Sana birşey getireyim mi? Aç mısın?"
Sert ve ani bir şekilde dolap kapağına bir kez vurdu.
"Evet, tabiki. Çok üzgünüm, tatlım - sana yiyecek birşeyler getireyim."
Merdivenlerden koşarak indim ve kilerden bir parça ekmek, reçel ve peynir aldım. Biraz süt ısıtıp içine sevdiği gibi bak ekledim. Bütün bunların bir rüya olmasından korkarak yukarı koşturdum.
"Geldim" diye haber verdim. "Yemeğini kapının hemen önüne bırakıyorum. Sen yerken gitmemi ister misin?"
Bir kez vurdu.
Yemeğini dolabın önüne bıraktım. "Seni koridorda bekliyorum" dedim geri çekilerek.
Dakikalar birbirini kovaladı. Taş gibi hareketsiz durarak bekledim ve kulak kabarttım.
Nihayet dolap kapağı açılırken menteşelerin gıcırdamasını duydum. Hemen ardından tabak dolabın içine çekilirken çıkan sürtünme sesi kulağıma geldi.
Bir an sessizlik oldu. Sonra bir cam kırılma sesi yükseldi. Koşturarak odaya girdiğimde dolap kapağının çarpılarak kapandığını duydum. Tabak bir kenara fırlatılmış, içindekiler etrafa saçılmıştı. Süt bardağı paramparçaydı.
"Çok özür dilerim, Gertie" dedim elimi dolaba yaslayarak. "Ama tekrar deneyebiliriz. Sevdiğin birşey bulmaya çalışırız. Sana pekmezli kurabiye yapacağım. Onu seviyorsun, değil mi?"
Hafif bir vuruş sesi geldi.
Yere saçılmış yiyeceklerin arasına oturdum.
"Burada olduğun için çok mutluyum. Buradasın, değil mi?"
Bir vuruş duyuldu.
"Ve yanımda kalacaksın. Elinden geldiği kadar kalacaksın, değil mi?"
Bir vuruş daha.
Bunları anlatsam, Martin'in neler söyleyeceğini tahmin edebiliyordum - aklı başında olan herkes aynı şeyleri söylerdi. Ama umrumda bile değildi. Aklımı yitiriyorsam da, bütün bunlar hayal gücümün bir oyunuysa da umursamıyordum.
Gertie'm geri dönmüştü. Başka hiçbirşeyin önemi yoktu.