Monitöre doğru ilerledim.
“Neler oluyor?” diye sordum ama sadece yüzüme baktılar ve monitörü gözleriyle işaret ettiler.
Biraz daha yaklaştım ve yazanları okudum.
-
“Yani şehir gazetesine çıktık?” olanları sindiremeden sordum.
Benim aksime herkes çok heyecanlı ve mutluydu ama sanırım benim hayal ettiğim şey bu değildi.
Hayır, daha iyisi de değildi ben sadece yaptıklarımızın bilinmesi taraftarı değildim. Burada kendi yaşam savaşımızı verip yeni dostlar ediniyorduk ki bu güzel bir şey.
Sadece, bilinmesini istemiyordum işte.
“Neyin var?” diye sordu Emma.
“Benim, hiç-hiçbir şeyim çok mutlu oldum.”dedim ve yanlarından uzaklaşıp dışarı çıktım.
Bundan yaklaşık bir hafta önce ormandan bulduğumuz kuru odunları yığmıştık ve kamelya haline getirmeye çalışmıştık. Başarılı olamadık ama kızlar ellerinden geldiğince orayı süslü, kullanışlı bir hale getirmeye çalıştılar. Ve sonuç olarak işte oradayım. Tahtaların üstüne isimlerini kazıdıklarını fark ettim. Ama diğerlerinin aksine sadece gözüme bir isim takıldı.
“Emma”
Hissettiğim şeyin bir tanımı yoktu veya ben bulmakta zorluk çekiyordum.
Hayatımda hiç bu konularda başarılı olamadım. Bu sorunun kökü de utançtan geliyor ki utangaç olmak utanç verici.
Hep utangaç değilimdir ama genelde tanımadığım insanlara karşı özgüven dolu olduğum da söylenemez. Veya birine kendimi kaptırdığımda, evet bu daha iyi.
Sonuç olarak bu konuda iyi değilim.
Kapının açılmasıyla irkildim. Elimi yazının üstünden çektim ve hırkamın şapkasını kafama geçirdim.
“Luke,” dedi tanıdığım ses “Neden yanımızda değilsin?”diye sordu.
“Canım istemiyor.”kestirip attım. Belki de içimdekileri birine anlatmalıydım. Zor şartlar altında yaşam savaşı veriyorduk ve bunun üstüne kalbimi birine teslim etmek zor geliyordu. Kesinlikle, kaldıramayacağım yükler vardı.
“Peki öyleyse.”dedi tam gidecekken kolundan tuttum. Elime kafasını çevirdiğinde elimi hemen çektim. Sanırım rahatsız olmuştu.
“Diana,” dedim ve derin bir nefes aldım “Emma’nın hoşlandığı biri yok değil mi?” anında sordum. Ona güvenebileceğimi düşünüyordum.
“Ah Emma, tabii,” gözlerini devirdi “Yok sanırım.”dedi ve cevap vermeme izin vermeden yanımdan gitti. Bu iyi bir şeydi.
Günüm iyileşiyordu.
*
“Şimdi ne olsa iyi olurdu biliyor musunuz?” diye sordu Miccoli.
“Ne iyi olurdu?” sorusuna soruyla cevap verdim.
“Barbekü.”
“Sussan iyi olur.”dedi Diana.
Diana son günlerde fazla asiydi. Nedenini sormaya bile korkuyordum.
“Fırında hindi istiyorum.” Diye mırıldandı Colins.
Bu şekilde konuşmaya devam edersek gerçekten birbirimizi bile yiyebilirdik. Üstelik yiyecek çok şeyimiz vardı. Ama kimse elini sürmüyordu.
Diana bir hışımla kalktı ve kapıya yöneldi.
“Nereye?” diye sordu Emma.
“Dışarı.”dedi sert bir şekilde ve çıktı. Sahiden neler oluyordu böyle?
Emma omzunu silkti ve arkasına yaslandı.
“Ben de çıkıyorum. Umarım bir fırın avlarım.”dediğimde kimse gülmedi ve herkes tek bir ağızdan “Defol!” diye bağırdı.
Ellerimi teslim olmuş gibi yaptım ve dışarı çıktım.
Diana yaklaşık elli adım kadar ilerimde yürüyordu. Hırkasının şapkasını kafasına geçirmiş uzun gelen kollarını umursamadan yürüyordu. Takip etmeye başladım sorunu neydi böyle? Ormana iyice girdiğinde durması için onu uyardım. Tek bir hareket dahi ederse kafası yerinde olmayacaktı.
“Dur!” diye bağırdım. Bana döndü. Kaşlarını çattı.
“Orada tam sağında.”dedim ve yavaş adımlarla ona yaklaştım.
“Lütfen kıpırdama Diana.”dedim resmen yalvarıyordum. Sahiden neden yalvarıyordum?
Ve neden bu kadar zeki olmaya başlamışlardı? Elindeki keskin bıçak, onu nasıl tutuyordu ve nasıl kullanabiliyordu?
Diana bana doğru bir adım attı.
“Hayır, hayır Emma kıpırdama.”
“Emma?”diye sordu.
“Hayır, üzgünüm sadece dilim- Diana dur!” Zombiye doğru ilerledi. Onu gördüğüne yemin edebilirim. Kemerime taktığım küçük ama işe yarar bir bıçağı aldım ve hızla koşup tam kafasına sapladım. Diana’yı arkama aldım ve kolumu önüne uzattım.
Etrafa baktım, şanslıyım ki etrafta kimseler yoktu.
Sinirle arkamı döndüm.
“Senin sorunun ne böyle?” diye bağırdım. Geriye bir adım attı.
“Sensin,” dedi “Sorunum sensin.”