D

328 29 21
                                    

Ayaklarım yanıyordu. Nefes alamıyordum. Bir el sanki kalbimi patlatmak istercesine sıkıyordu. Gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu. Hayatımda hiç hissetmediğim bir acıydı bu. Koşamıyordum. Yine de durmadım. Ayaklarım beni daha fazla taşıyamayacağı sırada yerle buluştu bitap düşmüş bedenim. Gelip geçenlerin acı dolu bakışları, aşağılayıcı tabirleri umrumda değildi. Tüm gücümle, tüm acımla bağırarak ağladım. O kaldırım taşlarının soğuğu vücudumu esir alırken gözlerim karardı. Görüşüm gözyaşlarının da etkisiyle tamamen kaybolunca bilincim kapanmadan önce çığlıklar içinde bana doğru gelen kalabalığı işittim.

...

Her yerime giren ani ağrıyla hafifçe inledim. Sanki tüm bedenim bir şeylerin altında kalmış ve tüm kemiklerim kırılmıştı. Aklıma gelen mektup ve düşüncelerle yerimden doğruldum. Yani en azından denedim. Başımda annem vardı. Bana endişe dolu bakışlarla baktı. Anlamıyordu. Gitmem gerekti. O ölürken ben yaşayamazdım. Kolumdaki tüm iğneleri söküp atarken annem yalvarmaya başladı. Ellerimi tutup engel olmaya çalıştı. Avucumdaki ellerini öptüm. Gitmek zorunda olduğumu söyledim. Endişelenmesini istemiyordum ama o an tek derdim O'ydu. Her şeyiyle her şeyim olmuş adam. Ne zaman akmaya başladığını bilmediğim yaşlar yüzümü ıslatırken dengesiz bir şekilde kalktım yataktan. Annemi odada bırakıp hızla indim merdivenlerden. Dengemi kaybedip yeniden yere çakılacağımı düşündüğüm bir anda bir çift kol sardı bedenimi. Kim olduğu çok umurumda değildi ama gözyaşlarının izin verdiği kadarıyla baktım kollarında olduğum kişiye. Jinyoung'tu. Jaebum'u en yakın arkadaşı. Buradaydı. Yeniden şiddetlenen ağlamam Jinyoung'u da içine çekti. Birlikte sarılarak ağlarken kendimi ondan çektim ve çatlak sesimle Jaebum'un nerde olduğunu sordum. Yoğun bakımda tuttuklarını öğrenince ise dünya bugün bilmem kaçıncı kez başıma yıkıldı. Jinyoung'un da yardımıyla diğerlerinin yanına gittik. Bambam beni öyle görünce hızla sarıldı bana. Geçecek dedi. Geçecek miydi? İyi olacak mıydı kedi gözlüm?

...

Jackson hepimize kahve getirdi. Saat gece ikiye geliyordu ve Jaebum saatlerdir yoğun bakımdaydı. Bambam Yugyeom'u aramıştı ve Yugyeom da apar topar gelmişti. Benim için çok endileliydi buna rağmen annemi sakinleştirmişti ve eve bırakmıştı. Bambam ile aralarının tekrar düzeldiğini biliyordum ve sevinmiştim ama Jaebum'un beni sevdiğini bilirken yine de onunla olamazken çevremdeki her mutlu insan canımı sıkıyordu. Bencilceydi. Bencildim. O değildi ama. Kendine öyle dese de değil. Çünkü benim için benden uzak durdu. Yine de buruk içim. Kızmıyorum ama keşke benden saklamasaydı. Mark anlattı. Jaebum kemik kanseriymiş. Son evre. Yani zaten öleceğini biliyormuş. Bu yüzden kendini de beni de ateşe atmamış. Oysaki bana sorsaydı her şeye rağmen onunla yanmak isterdim. Onsuz yaşamaktansa ölmeyi yeğlerim. Jackson bana kahve almamıştı. Ona ters bir ifadeyle baktığımda ise zaten berbat halde olduğumu ve uyumam gerektiğini söylemişti. Mızmızlanıp itiraz etsem de diğerleri de ısrar edince susmuştum. Jaebum'u öne atmış ve uyumazsam, beni bu halde görürse ne kadar üzüleceğimi söylemişlerdi. Onun bahis üzerine bile ellerim titremeye, kurumuş gözyaşlarım tazelenmeye başlamıştı. Yugyeom beni tekrar göğsüne çekti ve saçlarımı okşadı. Keşke ben de sevdiğim adamın yanında olabilsem.

...

Saat kaçtı ve ben ne zamandır uyumuyordum hiçbir fikrim yoktu. Artık bitkin düşmüş bedenim, yoğun bakım ünitesinin kapısının açılmasıyla kendine geldi. Hemen ayağa kalkıp beklenti dolu gözlerimi doktora diktim. Kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atıyordu. Jaebum'un çok güçlü olduğunu fakat tedavisi iyi gitse bile son zamanlardaki stresin onu kötü etkilediğini söylemiş. Şimdilik yoğun bakımda kalması gerekmese bile her an tetiklenebilirmiş. Derin bir nefes aldıktan sonra onu görüp göremeyeceğimizi sordum. Doktor kısa bir süre için onay verdiğinde diğerlerine baktım. Kaç yıllık dostlar olmalarına rağmen benim gitmemi istediler. Ve ben de ona gittim.

...

Bir sürü makineye bağlı, gözleri kapalı, teni solgun ve dudakları kupkuru bir Jaebum karşıladı beni odaya girer girmez. Burukça gülümsedim. Ağlamak istemiyordum. O buradaydı ve ben yanındaydım. Birkaç saat öncesine kadar çok uzak ihtimallerdi bunlar. Yanına yaklaşıp ellerini tuttum. Maskemi hafifçe indirip buz gibi ellerini dudaklarımla birleştirdim. Hala pürüzsüz ve yumuşaktı elleri. Gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. Uyan güzelim. Bak ben buradayım. Seninleyim, seninim. Sana kızdığımı sakın düşünme. Sadece aç şu kedi gözlerini. Bak bana dilediğince. Hissedelim birbirimizi, aşkımızı, bedenimizi. Benimle kal Jaebum. Gözyaşlarım tekrar akmaya başlayınca kalp atışlarının hızlanışına şahit oldum. Bilinci açıktı. Elini göğsüme bastırdım ve ağlamaya devam ettim. Onun sesini duymayı beklemiyordum.

...

"Youngjae... "

Çok güzel söylemişti adımı. Gözleri tam açık değildi ama bana bakan göz bebeklerini loş ışıkta seçebiliyordum.

"Burdayım sevgilim. Yanındayım. İyi olacaksın."

Tutmadığım elini yavaşça kaldırarak yanağıma dokundu. Bu temasla ağlamam şiddetlendi.

"Şşş ağlama. Senin ağlamanı istemem. Hep mutlu olmanı isterim. Mutlu olacaksın, değil mi Youngjae?"

Duraklayarak ve kısık sesle yaptığı konuşmasının sonunda bana şefkatle bakıyordu. Gülümsedim.

"Sen yanımda olduğun sürece ben hep mutluyum."

Bakışlarını kaçırdı. Yanağımda olan elini tekrar indirdi. Yeniden bana bakmadan önce kalbime bir hançer misali saplanan sözleri söyledi.

"Ben ölüyorum, Youngjae'm. Özür dilerim. Ben ölüyorum."

Biliyordum. Yaşaması için az da olsa umut yoktu çünkü tümör yok edilemeyecek seviyedeydi. Ama istemedim. Böyle olsun, böyle bitsin istemedim. O da ağlıyordu. Uzanıp gözyaşlarını sildim narince. O da benimkileri sildi. Veda gibiydi. Bitiyordu. Sona yaklaşıyorduk. Başlamadan bitiyorduk biz.

"Hep benden duymak istediğini biliyorum, Jae. Sana aşığım. Seni seviyorum. Yalan değil. İnan bana. Seni çok seviyorum."

Hıçkırarak ağlamaya başladığım an göğsüne dayadım hafifçe başımı. O da bana eşlik ediyordu. Dudaklarımı bastırdım ince kuru dudaklara. Nefesi yetmese bile karşılık verdi bana. Geri çekilmeye çalıştım onu zorlamamak için. Bırakmadı beni. İlk öpücüğümüz, veda öpücüğümüzdü. Biraz da bunun bilinciyle öptü beni. Aşkımızı ve birbirimizi hissettik. İlk ve son kez birleşti dudaklarımız. Son kez ona olan aşkımı fısıldadım dudaklarına.

...

Cenazeden sonra eve bırakmıştı beni Jinyoung. Öpüştüğümüz gece ölmüştü sevgilim. Her onu hissettiğimde kalbim tekliyordu. Gidişine inanamıyordum. Bitişine de... Mark bana onun benim hakkımdaki birtakım eşyaları koyduğu bir kutu verdi ama elimi dahi süremiyorum. Yine de cesaret edip açtım. İçindekileri görmek yere yığılmamı sağladı. Benim mezuniyet fotoğrafım, kafede Yugyeom ve Bambam ile bir fotoğrafım, şarkı söylerkenki ve gülümserkenki bir sürü fotoğrafım vardı. Tam bir stalker. Hafifçe tebessüm ettim. Isırılmış bir makaron? Ah Jaebum. Kaybettim diye haftalarca ağladığım Marvel orijinal imzalı tişörtüm de mi? Im Jaebum beni şaşırtıyorsun. Bu kutuda onsuz geçtiğini sandığım ama aslında hep onun da olduğu birçok anım vardı. Ona söz vermiştim ama onsuz yaşayamayacak kadar güçsüzüm. Hem nefesim nefes almayı bırakınca ben nasıl nefes alabilirim? Bileklerimi keserken sadece o vardı aklımda. Onun beni sevdiğini söyleyişi. Bir kez bile olsa duymuştum ya artık ölebilirim. Cidden. Artık ölüyorum. Kendimi soğuk zemine bıraktıktan sonra derin ve kan akan kesiğe aldırmadan parlak nane yeşili kutuya uzanıp sımsıkı sarıldım ona. Son nefesimi verirken ise yine ona seslendim.

"Teşekkür ederim, Im."








-linnie

just tell me // 2jaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin